Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

LIBYA: KADDAFİ'NİN İSLÂM SOSYALİZMİ
Albay Muammer Kaddafi 1 Eylül 1969'da kansız bir darbeyle Kral Idris es-Sunusi'yi tahttan indirip Libya'yı bir cumhuriyet olarak ilan etmesiyle iktidarın dizginlerini eline geçirdi. Sonrasında, Kaddafi Arap dünyasının İslâmcı reformist bir mesaj taşıyan radikal bir lideri haline geldi. Yönetiminin ilk evresinde, 1 Eylül 1969'dan 15 Nisan 1973'e kadar, iktidarını takviye etti; Amerikan ve İngiliz üslerini kapatarak, yabancı bankaları (13 Kasım 1969) ve petrol sanayiini (7 Aralık 1971) millîleştirerek ülkedeki tüm yabancı nüfuzların önünü aldı. Yönetiminin ikinci evresinde, 15 Nisan 1973'ten 2 Mart 1977'ye kadar, Kaddafi'nin İslâmî fikirleri billurlaştı. Devrimi korumak için beş önlem alındı: (1) bütün gerici kanunlar yürürlükten kaldırıldı; (2) komünistler, kapitalistler ve Ihvân-ı Müslimîn de dahil olmak üzere tüm karşı-devrimciler tasfiye edildi; (3) devrimci kitlelere silah dağıtıldı; (4) bürokratik ve idari sistem revizyona tabi tutuldu; (5) kültürel bir devrim başlatıldı. Bütün bu önlemler, kavramsal olarak Kaddafi'nin Yeşil Kitap'ı ile pekiştirilen devrimin sacayakları haline geldi. Kaddafi 1976'da Cemahiriye dönemini açarak Yeşil Kitab'ın bir bölümünü yayınladı. Yönetiminin üçüncü evresinde, Kaddafi Halk Genel Kongresinin Genel Sekreterliğini bırakarak "Devrim Lideri" rolünü üstlendi. Bizi ilgilendiren onun öne sürdüğü İslâmî ideolojidir. Kaddafi'nin İslâmı, ilâhî vahyin yegâne kaynağı olan Kur'ân'a dayanır. Peygamber bir insan olduğundan, onun Hadis'leri kutsal değildir ve bunları sıkı sıkıya takip etmek şirk'e kadar gider. İkinci olarak, Kaddafi gerici olarak gördüğü Ulema'nın rolünü ortadan kaldırdı. "Onu bizim için yorumlayacak bir imama ihtiyaç duymadan herkes Kur'ân'ı kendisi için anlamak amacıyla okumalıdır. Üstelik, İslâmiyet sürekli biçimde ilerlemeye çağıran kesintisiz bir devrim olarak kabul edilmektedir. Müslüman ülkelerin geri kalmışlığı İslamiyeti gerici yorumladıkları için bu ülkelerin kendi hatasıdır. Allah "Islâma sırt çevirenlere gadab etmektedir gazabı kendisini geri kalmışlık, emperyalizm, gericilik ve kendi içlerinden başlarına musallat olan diktatörlük şeklinde" göstermektedir. İslâmiyet tam aksine bir hürriyet, ilerleme, eşitlik ve adalet dinidir. O yeni sosyalizmdir ve kendini kucaklayanlara refah ve mutluluk müjdelemektedir. İslâmiyeti saraylar, para, altın, gümüş, cariyeler, karılar ve çocuklar cinsinden yorumlayanlar hatalıdır. Onlar Allah'ın mahvettiği -ki Kur'ân'da bunu nasıl yaptığını açıklamaktadır - kapitalistler olarak kabul edilmelidir. Kapitalistler önlerinde secde eden kölelerle, fakirlerden para alıp kendilerini zenginleştirerek, yeryüzünde ilâhlaşma iddiasındadır. Oysa Kur'ân insanları servetlerini israf etmemeleri için ikaz etmektedir. Kaddafi, peygamberin efendiler ve köleler, zengin ve fakir, aç ve aşırı beslenenlerden oluşan bir topluma karşı olduğunu ileri sürer. İslâmî sosyalist toplum, sömürüyü kaldırarak ve servetin adilce dağıtım yolunu bularak, maddeci üretim tarzı problemini çözer. Diğer ülkelerdeki sosyalist girişimler başarıya ulaşamadı. Çünkü işçiler sadece ücretli olarak görulmektedir. İslâm sosyalizmi ise "ücret sistemini kaldırıp.... üretim faktörleri arasında; yani hammadde, üretim aracı ve üreticiler arasında eşitlik sağlayan... tabiat kanununa dönerek (problemi çözer]. Her faktör üretimden eşit pay almalıdır. Böylesi bir sistem özel mülkiyeti ortadan kaldırır. çünkü hürriyete ulaşma bir insanın ihtiyaç duyduğu şeylerin mülkiyetinin miktarına bağlıdır... ki bu mülkiyet kişiseldir ve kutsalcasına güvence altına alınmaktadır. Diğer türlü, mutluluğunuzu ve hürriyetinizi elinizden alan bir huzursuzluk halinde yaşarsınız. Böyle bir hürriyet, kontrol edildikleri takdirde, sömürüye yol açan insanın temel ihtiyaçlarını karşılar. Yiyecek, barınak, giyinme ve ulaşım İslâm sosyalizminde zaruretler olarak kabul edilmektedir ve bu ihtiyaçların karşılanması için bir üretim birimine ortaklık ilkesi geliştirilmiştir. İslâmî sosyalist bir toplumda insanın üç tercihi vardır: (1) temel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kendisi için çalışabilir; (2) bir üretim biriminde ortak olarak çalışabilir; (3) topluma kamu hizmetleri sunabilir. Fakat tercihi ne olursa olsun, "hiçbir kişinin ihtiyaçlarını karşılayacağından fazla ekonomik faaliyete hakkı yoktur, çünkü ihtiyaçlarından fazla elde edeceği her miktar, aslında diğerlerinin ihtiyaçların- dan alınmaktadır." Servette bazı bireysel farklılıklar olabilir, fakat bunlara "kamu hizmeti yapanlar için izin verilmektedir. Toplum, hizmetlerine göre onlara servetten bir pay verecektir. " Mülkiyet ortaklığı getirdiğinden, işçiler "üreticiler" olarak görülmektedir. Dahası, tarım arazisi "hiç kimsenin malı değildir. Herkes çalışarak, sürerek veya sürüleri için otlak yaparak bu araziyi kullanabilir. Bir insan bu toprağı başkalarını çalıştırmadığı sürece kendi ihtiyaçlarını karşılayacak kadar kullanabilir... her hâlükârda bu insan toprağın tasarrufuna sahiptir, mülkiyetine değil. "Ev ahalisinden olan işçiler bir üretim biriminde ortak sayılmamaktadır. Bir evin hizmetini kendi sakinleri görmelidir, fakat, bu tür dahili işçilerin gerektiği yerde, onların rolü "hizmetçilerle değil, ev işçileri kadar teşvik alan ve herhangi bir kamu çalışanı kadar sosyal ve maddî güvencelerden faydalanan çalışanlarca karşılanmalıdır. İslâmî sosyalist bir toplumda, politik sistemin de toptan dönüştürülmesi gerekir. Gerçek demokrasi "halkın kendi kendini yönetmesi" olarak tanımlanır. Temsilci meclisleri bir komedidir, çünkü "hiç kimse halkı temsil edemez, bir aday seçildiğinde iktidarı tekeline alır ve halkın vekili gibi hareket etmeye başlar. Vatandaşlar reddetse bile, ona bağışıklar ve dokunulmazlıklar verilir. "52 Diğer taraftan, politik partiler "aynı çıkarlara, aynı bakış açılarına ve aynı öğretilere sahip kişilerin ve aynı coğrafi yerde yaşayan insanların toplanmasından [başka birşey değildir). Bu kişiler hedeflerine ulaşmak ve öğretilerini tüm topluma dayatmak için parti kurarlar.... bir parti nasıl olur da, birbirinden değişik çıkarlardan, ruh hallerinden ve öğretilerden bileşen bir halkı yönetebilir?" Bu yüzden, Kaddafi Üçüncü Evrensel Teorisini formüle etti; bu teori, demokrasiyi, "halkın hükümeti yönetmesi"nden "halkın kendi kendisini yönetmesi"ne dönüştürdü. Halk, aşağıdaki düzenlemelerle demokrasiyi doğrudan uygular: Önce, halk meslekî kategorilere göre işçiler, köylüler, öğrenciler, çalışanlar vs. temel halk kongrelerine ayrılır. Üyelik bütün vatandaşların hakkıdır. İkinci olarak, kitlelerin etkileşimi ve doğrudan beyanı ile, her temel halk kongresi kendi sekreterini ve yardımcı sekreterini seçen bir çalışma komitesi seçer. Çalışma komitesi kongrenin idari işlerinden sorumludur. Üçüncü olarak, temel halk kongresi çeşitli düzeylerde hükümet idaresinin yerini alan halk komitelerini doğrudan seçer. Dördüncü olarak, bunlara iläveten, temel halk kongrelerinin üyeleri, vatandaşlar gibi; işçiler, köylüler, öğrenciler, tüccarlar, ustalar türünden her kategori kendi birliklerini, sendikalarını, mesleki derneklerini kurar. Beşinci olarak, temel halk kongreleri, halk komiteleri, birlikler, sendikalar ve meslekî dernekler halkın kararlarına ve tavsiyelerine nihaî şekli vermek için her yıl Genel Halk Kongresinde toplanırlar. Altıncı olarak, Genel Halk Kongresinin onayladığı kararlar ve tavsiyeler, halk komitelerince yürütülmesi için halk kongrelerine aktarılacaktır. Böyle bir toplumda anayasaya ihtiyaç yoktur. Anayasalar belli kişilerin önceden belirlenmiş kurallara göre toplumu kontrol etmelerine yarayan formülasyonlar olarak görülmektedir. Halk kongreleri kendi toplumlarını gözetir ve onun arzularını yerine getirir.
Sayfa 243 - İzKitabı okudu
·
41 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.