Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Küçük camilerin, gizli hamamların, yorulup yatmış köpeklerin, karnı kararmış çınarların, yazısı silinmiş tabelaların, bir daha açılacağı kuşkulu dövme demir kepenkleri kapalı dar dükkânların arasından geçti. Bir küçük açıklığa çıkacakken karşıdan gelen alışılmadık adamları gördü. Birinin omuzunda film çekme aleti vardı, öbürü bir çanta ve kimi takım taklavatlar taşıyordu. Önden giden iyi giyimli, boynuna koyu kırmızı bir şey bağlamışla birlikte, filme alındıklarının farkında, yine de etrafa biraz aldırmaz bakan sabah insanlarını izliyorlardı. Güneşte parlayan kara ve ağır naylon poşetler taşıyan genç yanlarından geçti, onu çektiler, derken iyi giyimli adam Cafer'e yöneldi. "Merhaba poğaçacı!" dedi. Âniden selam durası, tekmil veresi geldi Cafer'in. Bunca sene sonra Mahmut Onbaşı'nın gözde ateş çaktıran tokadı geldi. Şavşatlı, kim bilir nasıl tanımlardı bu sesi. Örneğin zavallı mükelleflerini tanımak da isteyen, iyi niyetli defterdar muavini sesi diyebilirdi ya da tarihin huzmesinden süzülüp yeryüzüne inmiş ve Boğaz'da bir restoranda mola vermiş, halkına kalender görünmeye öykünen ve saklanmayı seven bir iktidar sesi. "Merhaba," diyebildi Cafer sonunda, neredeyse içinden ve çekinerek bu yukarıdan kendi seviyesine inen merhabanın karşısında. Yarım kalmış bir şey daha hatırladı. Sürü halinde uçuşan kargaların dutların üstünden geçişini, aşağılara, yüce gönüllü boz Murat'ın çağlayan sularına inişini, vadiye yönelişini. Vadinin uçurumla birleştiği yerde kımıltısız duran kara bulutun ardından sızan parıltıyı. Sanki biraz aceleleri vardı ve bir anda, kaşarlı mı bu, ayrı kâğıda sarar mısın lütfen, teşekkür ederim gibi bir şeyler de söyledi öndeki iyi giyimli. Ve aldığı ilk poğaçayı filmi çekene, Cafer'e ve ötekine, hatta pencereyi açıp ne olup bittiğine bakan yaşmaklı kadına göstere göstere ısırdı. Cafer, belki de gerçekten bir film çekildiğini düşündü. Hatta bundan emin oldu. Çünkü "merhaba", ancak filmlerde böyle gelişigüzel, kimsenin kalbine dokunulmadan, ağza yakışmadan kullanılırdı. Ama o iyi giyimli beyefendinin kim olduğunu belleğini zorladıysa da çıkaramadı. Sonuçta ne olup bittiğini anlayamadı ama işin içinde bir terslik olmadığına kanaat getirip rahatladı, çünkü onları belediyeden, zabıtadan, velhasıl devletten falan zannetmiş, yine kim bilir nasıl bir maraza çıkaracaklar diye endişelenmişti. Bu vesileyle Mahmut Onbaşı'yı da anmıştı. Kara bulut yerinden kıpırdadı, alıp başını gitmeye hazırlandı. Adamlar uzaklaşırken birbirine karışan poğaçaları yeniden dizdi. Sabahları gizli gizli ağladığını bildiği büyük kızının ne istediğini öğrenememişti. Durmadan içinde taşıdığı, ona, hattâ Zarife'ye bir şeyler alma, onları kısa bir anlığına da olsa mutlu etme arzusu gün yüzüne çıktı. Kollarına bir güç geldi. Tünele çıkan yokuşa sürdü arabayı hızlı hızlı.
Sayfa 97 - Koyu KırmızıKitabı okudu
·
14 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.