Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

448 syf.
9/10 puan verdi
·
9 günde okudu
Şeytanla anlaşma yapmak.
Yıllar boyunca dünyada tek başına dolaşmaya ve sevdiği, tanıştığı herkesin onu unutup ölmesini izlemeye mahkum bir kız ve ona bu laneti bahş eden bir şeytan. < And when she does look up, her gaze always goes to the edge of town. "A dreamer," scorns her mother. "A dreamer," mourns her father. "A dreamer," warns Estele. Still, it does not seem such a bad word. > Hakkında çok konuşulan kitablara inceleme yaptığım zaman neden bahs etmeliyim emin olamıyorum. Her şeyden bahs edilmiş gibi geliyor insana. O yüzden benim için kitabı güzel kılan şeyleri yazmaya karar verdim. Öncelikle kitap neden bahs ediyor kısaca onu söylemek gerekirse, çok masalsı bir hikayeyle başlıyor. 1714, Fransada bir köyde yaşayan Adeline isimli genç kadın herkesin yaşadığı gibi normal, heyecansız bir hayatın onu beklediğini fark ettiği zaman, bu hayattan kaçmak için tanrılara yalvarmaya başlıyor. “İyi” Tanrılardan cevap alamadığı zaman bu sefer çaresiz kalıp “Karanlık” Tanrılara yüz tutuyor. Karanlık bir “Tanrı” ona cevap veriyor, yardım edeceğini söylüyor ama elbette her şeyin bir bedeli vardır. Böylece, Adeline Şeytana ruhunu satıyor. İstemediği adamla evlenmeyecek, heyecansız bulduğu bu köy hayatını yaşamak zorunda kalmayacak belki ama, tanıştığı her kes göz hizasından çıktığı an Addie`ı unutacak. Tanıştığı kimseye kendi hikayesini anlatamayacak. Ama isterse sonsuza kadar yaşayacak. Hikaye iki zaman diliminde geçiyor. Şeytanla anlaşma yaptığı günden sonrası ve nasıl hayatta kalmaya çalıştığını okuyoruz geçmişte. Bir taraftan da günümüzü okuyoruz, yani şeytanla anlaşmasından 300 sene sonrası. Addie`in hayatının belki de en önemli ikinci günü yani onu tanıştığının ertesi günü hala hatırlayan bir adama rastladığı gün ve sonrasını okuyoruz. “Her mother wishes she was more like Isabelle Therault, sweet and kind and utterly incurious, content to keep her eyes down upon her knitting instead of looking up at clouds, instead of wondering what's around the bend, over the hills. But Adeline does not know how to be like Isabelle. She does not want to be like Isabelle.” Kitabın en güzel tarafı yazarın dili sanırım. Kalemi o kadar keyifli ki, altını çizdiğim sayfalarla dolu bir kitap oldu. Daha bu romanını bitirmeden yazardan başka bir şeyler okuyacağıma emin olmuştum. İki zaman diliminde geçen başka kitaplar da okudum. Genellikle hikayelerden biri hep daha heyecanlı ve okuması keyifli olur, diğer zamanda yaşananlara geçtiğinde ise hemen bitse de kaldığım yerden devam etsem diye düşünürsün. Bu kitapta bu olmuyor iki zaman ve her ikisinde geçen hikayeler gerçekten sürükleyici. Hem geçmişi, hem günümüzü merak ediyorsunuz okurken. 300 sene yaşamak, tarihdeki önemli olaylara birebir şahit olmak her halde edebiyatı seven her kesin merak ettiği bir durumdur. Bunu güzel bir kalemden okumak kitabı daha değerli yapıyor. (Matt Haig, How to stop time kitabında yine böyle sonsuza kadar yaşayan karakterler yaratmıştı ama bunun kadar duyguyu yakalayamamıştı bana göre.) Addie ve Luc yani anlaşmayı yapığı ”Karanlık Tanrı” arasındakı ilişki bana göre hikayenin en güzel tarafıydı. Spoiler vermek istemiyorum. O yüzden kısaca bahs etmeye çalışacağım, bir tarafta sonsuza kadar yaşayacak olan ama kimsenin hatırmadığı Addie, diğer tarafta ona bu mucize ve laneti bahş eden ve aynı zamanda Addieyi hatırlayan ve tanıyan tek varlık olan Luc. Sadece bundan bile aralarındakı ilişkinin ne kadar önemli olduğunu anlaya biliriz. Luc saf bir kötü değil, belki her Tanrı kadar bencil ama gri tarafları var ve bu onu okumayı aşırı keyifli bir hale getirdi benim için. Hakkını vererek gri karakterler yaza bilen yazarlara hep saygı duymuşumdur. “Time moves so fucking fast. Blink, and you're halfway through school, paralyzed by the idea that whatever you choose to do, it means choosing not to do a hundred other things. Blink and you're twenty-eight, and everyone else is now a mile down the road, and you're still trying to find it, and the irony is hardly lost on you that in wanting to live, to learn, to find yourself, you've gotten lost.” Henry ise (Addie`nin 300 senelik uzun yaşamında tanıştığı günün ertesi onu hala hatırlayan ilk adam) benim için romandaki en güzel karakter. Bir kitap okuduğumuz zaman bir çok sebepten ondan keyif alırız, bazen hiç yaşamadığımız hakkında hiç bir fikrimiz olmayan hayatlarla, karakterlerle empati yapmak zorunda kaldığımız için, bazen kendimize çok benzettiğimiz karakterlerle tanıştığımız için. Henry benim için ikincisiydi. Bazı düşünceleri sanki benim günlüğümden alınıp yazılmış gibiydi. “He always liked learning. Loved it, really. If he could have spent his whole we life sitting in a lecture hall, taking notes, could have drifted from department to department, haunting different studies, soaking up language and history and art, maybe he would have felt full, happy.” Henry benim ruh ikizim sanırım. Ayrıca sanatın hikaye içinde çok önemli bir rolü var. Yukarıda bahs etmiştim, Addie laneti yüzünden kimse tarafından hatırlanmadığı gibi kimseye de hikayesini anlatamıyor. Ama elbette bir şekilde unutulmamak istiyor, bütün hayatı boyunca bunun için çaba sarf ediyor. Bunun bir yolunu buluyor da, sanat. Addie hatırlanmaya bilir belki ama ilham olduğu şarkılar, resimler, şiirler elbette hatırlanacaktır bunu anlıyor bir noktada. Çünkü, insanlar unutulur belki ama fikirler asla. But art," she says with a quieter smile, "art is about ideas. And ideas are wilder than memories. They're like weeds, always finding their way up." En başta da söylediğim gibi masalsı ama aynı zamanda gerçek gibi hiss ettiren, Adeline ile birlikte o serüvene ben de çıkmışım gibi bitmesini istemediğim çok keyifli bir okumaydı.
The Invisible Life of Addie LaRue
The Invisible Life of Addie LaRueVictoria Schwab (V.E. Schwab) · Tom Doherty Associates · 2020158 okunma
·
54 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.