Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

...Atatürk daima ısrarla belirtmiştir ki, tam manasıyla bir Batılı millet olmak Türk milletinin benliğini kaybetmesi değil, o benliği bütün temel değerleriyle ortaya çıkarması ve sonsuz bir gelişme yoluna koyması demektir. Buna göre Batılı millet olmak, rasyonel düşünmek ve hareket etmek, ilim zihniyeti sayesinde sonsuz bir yaratma ve yenileşme kudretine erişmek demektir. Nasıl bir Batılı millet, Batı milletleri toplumunda taklit zinciri içinde bocalayıp kalmıyorsa,Türkiye de bu toplumun tam bir üyesi haline geldikten sonra sonsuz gelişme imkânlarına ve gelişmiş bir millî benliğe sahip olacaktır... ...İşte Atatürk daima bu noktada bütün dünyadan farklı düşünüyordu. O, “Kültürümüzü muasır medeniyet seviyesi üstüne çıkaracağız,” derken samimiydi. Vaktiyle Erzurum'da, Sivas'ta ve Ankara'da konuştuğu gibi geleceği başka bir zirveden temaşa ediyordu. Atatürk devrimini gerçek yapan bu sonsuz güven duygusudur, bu başarı azmi ve inancıdır. Bu yolda tabiatıyla çatışmalar, geçici hayal kırıklıkları olacaktır, fakat sonunda Türk milleti medeniyetin ön safında ilerleyen, yaratan bir millet haline gelecektir. Atatürkçülük budur, buna inanmaktır. Batılılaşmanın Türkiye'de üstünkörü bir taklit safhasında kalmadığını W. Cantwell Smith (Islam in Modern History) ve Bernard Lewis (The Emergence of Modern Turkey) bilhassa belirtirler. Zira onlara göre, Türkler, kendi “tabii ve içtimai çevrelerini akıl ve iradeleriyle kontrol altına alma hassasını", Batı medeniyetinin bu ana vasfını, benimsemiş bulunmaktadır. Türkler kaderlerini bu dünya dışında bir irade eline bırakmıyorlar artık. (Bu sözler 1961 Anayasası ve Kalkınma Planı'ndan önce yazılmıştır.) ... Laisizmin uygulanması üzerine, Türkiye'yi iyi tanımayan birçok Batılı veya çeşitli sebeplerde koyu Müslüman görünenler, Türk halkını Müslümanlık dışında saymaya yeltenmişler, Atatürk devriminin cemiyet içinde bizzat İslamiyet için ifade ettiği derin anlamı anlamak istememişlerdir. Bu konuda en esaslı incelemeyi, modern tarihte İslamiyet'in durumunu ele alan bir mütehassis, Prof. W. Cantwell Smith anlayışla yapmıştır. (Islam in Modern History, Princeton, 1957) Atatürk'ün, Türk-Müslüman devlet ve cemiyetinde yaptığı büyük devrimin, bizzat İslâmiyet için, nazari ve fiili bakımdan büyük bir değişiklik getirdiğini kabul eden yazar, bu gelişimi, "Türkiye İslam'da bir reformasyon (dinî reform) mu meydana getirmektedir?" sorusu altında incelemektedir. Smith’in ana fikirleri şöyle özetlenebilir. Evvela, Türk halkının bütünlüğü ile Müslüman olduğundan bugün kimse şüphe edemez. Türklerin, dini devletten ayırmakla yaptıkları devrim, onların Müslüman bir millet olarak kalmasına engel teşkil etmemiştir (Bernard Lewis de bu noktayı belirtmek lüzumunu duyarak “Mustafa Kemal'in din politikası laikliktir, dinsizlik değildir; onun maksadı dini kaldırmak değildir” demiştir). Prof. Dr. Smith'e göre, Türk devrimi İslamiyet'te fiilî, tarihî bir durum yaratmıştır ve bu, İslam dünyasının başında olan bir millet tarafından başarılmış olduğundan önemi büyüktür. Türkler, İslam tarihinin son asırlarında oynadıkları öncü rollerine bugün de devam eder gibidirler. Araplar, İslam'ın altın çağının, geçmişe mal olmuş ölü bir devrin canlandırılmasından, Türkler ise İslamiyet'in dinamizmini temsil ederek onu yenileştirmekten bahsetmektedirler. Araplar geriye, Türkler ileriye bakmaktadırlar. Batı âleminin üstünlüğü ve saldırısı karşısında diğer İslam milletleri genel olarak pasif kalmışlar ve hatayı kendilerinde değil, karşı tarafta bulmaya çalışmışlardır. Türkler ise, hatayı kendilerinde görmüş, yaşamak için yeni yollar aramış ve tepki göstermişlerdir. "Türklerin modern dünyada tekrar yalnız kendi kuvvetine güvenen dinamik bir millet haline gelme çabasında dikkate değer bir başarı gösterdiklerini bugün hemen hemen herkes tasdik etmektedir." Prof. Smith, Türk aydınının din konusunda davranışını, birçokları gibi, dinsizlik şeklinde yorumlamanın yanlış olduğu, Müslüman kalan bu insanların İslam'da yeni bir davranış, yeni bir hayatiyet temsil ettikleri kanaatindedir. Burada o, İslamiyet'i geleneksel İslam değil, dinamik, gelişme halinde tarihî bir İslam olarak anlamaktadır. Türkleri bu fikre getiren faktörlerin başında, Atatürk ihtilalinin fiili başarısı gelir. “Onların başarı duygusu her şeye hâkimdir ve gerçektir. Samimi olmayan bir romantizm değil, daha ziyade olayların içinden doğan ve olaylarla kaynaşan bir kendi kendini tenkit davranışıdır. Onlar, memleketlerinin yenileşmesini gerçekleştirmeye girişmişlerdir ve bunu başarıya ulaştırma yolundadırlar." 1946'dan sonra dinî tedrisata dönülmesi, Türkiye'de din konusunda meydana gelen derin değişikliklerden sonra İslamiyet'in kendini yeniden ifade etmesi için zemin hazırlamıştır. Bu serbestlik içinde şayet duruma eski mutaassıplar ve gelenekçiler hâkim olursa, devrim başarısızlığa uğramış sayılabilir. Aydınlar, kendileri gelenekçi şekillere dönerse, bu da İslam dünyasında derin yankılar yapmaktan geri kalmayacaktır. Fakat Atatürk devrimi, gelenekçi İslamiyet'i yalnız ameli bakımdan değil, nazari bakımdan da iki esas noktada tamamıyla değiştirmiş bulunmaktadır: Türkler evvela, bütün Müslüman milletleri sinesinde toplayan ve bir tek Şeriat'a tâbi ümmet fikrini reddetmişlerdir. Artık Müslüman Arap'ı, Hristiyan Habeş'ten kendilerine daha yakın hissetmek için bir sebep görmemektedirler. (Prof. Dr. Smith, şunu da ilave edebilirdi ki, Müslüman Arap da Türk'ü, Hristiyan Habeş'ten farklı hissetmemektedir. Bugün Mısırlı Müslüman, başka bir Müslüman milleti, kendi millî menfaatlerine yardımı derecesinde benimsemektedir. Milliyet duygusunun üstünlüğü bugün bütün İslam milletleri için açık bir olgudur.) Bununla beraber Türkler kendilerini daima en kuvvetli ve en ileri bir Müslüman millet olarak telakki ederler. İkinci nokta, Türkler Şeriat'ı, daha doğrusu onun dünyevi meseleleri düzenleyen hukuk kaidelerini reddetmişlerdir. Prof. Dr. Smith'e göre, bu noktada bugün bütün Türk milleti birleşmiş ve devrimi benimsemiştir. O şunu da işaret eder ki; Türkiye'de laiklik, din ve devletin, devlet kontrolü altında ayrılığı şeklinde uygulanmaktadır. Prof. Dr. Smith'e göre, bu durumda bizzat din, kendisini hakikaten devletten ayrı bir duruma getirmelidir. Prof. Dr. Smith, bundan sonra şu nazari soruları ortaya atmaktadır: Bir din olarak İslamiyet, dünyevi kanunlar üzerinde içtimai münasebetleri düzenlemenin kendisi için dinî bir vazife olduğunu unutabilir mi? Şeriat, daima fert ile Tanrı arasında yegâne vasıta değil midir? Buna cevap olarak o, Türklerin yeni yaşama şartları karşısında Şeriat'ın bu fonksiyonunu kaybettiği inancına vardıklarını belirtir. Atatürk devrimi ona göre, yalnız tarihi bir olay değildir. İslamiyet'i nazari bakımdan da ilgilendirir. Türklerin İslam dini karşısında bu reformcu durumları, İslam dünyasının başka taraflarındaki islâhat taraftarlarınınkinden esaslı şekilde farklıdır. Türkler, modern dünyada İslamiyet problemini, Batı'nın XVI. asırda dinî buhran karşısında takip ettiği yolu inceleyerek taklitle değil, ciddiyetle ve şuurla ele almakta ve ona gerçek fiili bir çözüm şekli bulmaya çalışmaktadırlar. Türklerin karşılaştıkları genel bir kültür problemi de şudur: Hristiyan olmayan bir millet Batı milletler topluluğunun bir üyesi olabilir mi? Türkler, Müslüman kalmakla beraber Batı medeniyetinin hakkıyla benimsenebileceğine inanmışlardır. Burada, Batı medeniyeti bir İslam milletini içine alacak mahiyette midir, meselesi yine ortadadır. Sonuç olarak, Atatürk devrimi ile Türkiye, yalnız İslam milletleri için değil, İslamiyet'in kendisi için de büyük önemi olan fiili bir durum yaratmıştır ve İslamiyet'in modern dünya önündeki problemlerine samimiyet ve ciddiyetle bir çözüm şekli bulmaya çalışmaktadır. "Türkiye'de yeni duruma asıl dinî bakımdan bir yorum şekli getirebilecek biri çıkacak mı?” şimdi soru budur.
·
69 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.