Kadim dünya görüşümüzün insanı hem âbid(kul) hem nâtık(akıl ve dil sahibi) hem de âşık(irfan, zevk, sanat sahibi) olarak görmesi, insanın bu üçlü özelliğini dikkate alan bir beşeri siyaseti devreye sokmasını doğurdu.
Sonuçta insanın hem dinini hem aklını hem de aşkını koruyan bir nizâm-ı âlem, yani içtimaî yapı ortaya çıktı.
Kişi en azından, bu ortam içerisinde bilkuvve mevcut olan saadeti elde etme ve şekâvetten uzak durma imkânına sahipti.