Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

126 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
25 saatte okudu
"Lütfen, normal ol artık."
#237582017 Beni çok etkileyen bir kitap oldu. Normal nedir, tuhaf nedir, insan neden kendisi için “normal” olmayan birini incitmek, yok saymak ve hırpalamak için bu kadar uğraşır, hayatta uymamız gereken (!) kronolojilerin ciddiliği gerçekten bu kadar keskin midir, neden başkalarının hayatını bu kadar umursarız, neden herkesi tek tip hale getirmeye çalışırız ve aykırıları ayıklamak isteriz, kimseye zararı olmayan insanları kendi hallerine bırakmak yerine neden zorbalık yapmak için yanar tutuşuruz? Daha önce bir incelememde de söylemiştim. Kitabın aidiyetini belli edecek her şeyi sansürlesek ve elinize Japon edebiyatına ait bir kitap versek kesinlikle onun bir Japon’un kaleminden çıktığını anlarsınız. Zira Japon edebiyatında diğer dünya edebiyatındaki eserlerde rastlamadığımız bir “tuhaflık” vardır. Bunu ayrıştırmak vs. için söylemiyorum. Gerçekten alışılagelen duyguların ve hareket tarzlarının dışındadır Japon edebiyatındaki atmosfer. Depresyonları da mutlulukları da utançları da heyecanları da sanki radyasyona maruz kalmıştır. Fakat bu kitap radyasyonun da radyasyonu gibi bir karakter içeriyor: Keiko Furukura. Otuz altı yaşındaki karakterimiz ömrü boyunca yarı zamanlı çalışmıştır ve hâlâ da yarı zamanlı çalışmaktadır, işine derin bir tutkuyla bağlıdır. İşi haricinde hiçbir şeye karşı bir bağlılık hissetmez ve onun için insanların duygularını anlamak zordur. Yeğenini neden diğer bebeklerden daha fazla sevmesi gerektiğini anlamaz, insanların onun hareketlerine ve tepkisizliğine neden şaşırdığını anlamaz, ailesinin ve toplumun onda “düzeltmek” istedikleri şeyleri anlamaz. Topluma göre onun çoktan evlenmiş, çocuk yapmış ve sağlam bir işe sahip olma noktasına (veya bunlardan en az birine) gelmiş olması gerekirken Furukura’nın elleri bomboştur. Evlenmemiş, evlenmeyi hiç düşünmemiş zira aşk ve cinsellik gibi duyguları hissetmekten ve arzulamaktan oldukça uzak bir şekilde yaşamını sürmüş, kalıcı hiçbir işte tutunma gibi bir gayesi olmamış ve evet neredeyse kırk yaşına etiyle kemiğiyle bir kasiyer olarak gelmiş. Ama hiç kimseye zararı yok Furukura’nın, kimseyle bir kavgası yok, kimsenin hayatıyla bir derdi yok. Tam da bu noktada o meşhur yargılamayı üstüne vazife bilen “normal” çevreye “size ne eşek kafalılar!?” diye sormamız gereken noktada buluyoruz kendimizi. Kitabı okurken ilgimi çeken ve beni hem gülümseten hem düşündüren detaylardan biri şuydu: çocuk Furukura, sevimli kuş öldüğünde annesine onu ailece pişirip yemelerini teklif ediyor. Annesi ve çevresindeki herkes şok oluyor, kuşu gömmeye karar veriyorlar ve Furukura kuşun mezarlığına koymak için toprağından koparılarak getirilen çiçeklerden “öldürülmüş çiçek” olarak bahsediyor. Biz normaller (!) sevimli bir kuşun ölüsüne saygı duyuyoruz fakat bir çocuğun çiçeğin toprağından koparılmasını “öldürülmüş” olarak nitelendirmesindeki derinliği göremeyecek kadar sığız. Kör gözlerimizle çocuğun tamamen anormal olduğuna inandıktan sonra onu “düzeltmek” için neler yapabileceğimize bakıyoruz. Aile iyiyse kahroluyor. İyi bir aile değilse zorbalık aileden başlıyor. Ve çocuk gerçekten “anormal” olduğuna inanarak büyümeye başlıyor ve kendisini düzeltilmesi gereken bir “şey” olarak görmeye başlıyor. Keza Furukura’nın da genel olarak yapmaya çalıştığı şey “normal” insanları taklit etmek, kardeşinden “normal olma” tavsiyeleri almak ve “tuhaf” biri olduğu anlaşılmasın diye mümkün olduğunca sessiz kalmak. Kısacası bu onda pek bir his (üzüntü gibi) yaratmasa da mümkün olduğunca kabul görmek. İncelememin başındaki alıntı kabul görmediği, “normal” bulunmadığı için içindeki zorbayı zaman zaman ortaya çıkaran ve bundan tatmin olan Şiraha’ya ait ve sanırım kitapta beni en çok sarsan alıntı buydu. Şiraha karakterinden pek hoşlanmasam ve Furukura için onu “sus ulan artık” diyerek kapının önüne koymak istesem bile Furukura’nın arkamdaki yer masasında oturup bir şeyler yiyerek menfi veya müspet hiçbir tepki vermeyeceğini biliyorum. Bu beni rahatsız eder mi? Etmeli mi? Yine “bize ne eşek kafalılar!?” dememiz gereken noktaya dönmedik mi :) Enfes bir kitaptı. “Normal” bulmadığımız zararsız insanları bunaltmak ve hayatlarını mahvetmek, onları istemedikleri/arzulamadıkları şeyleri yapmaya zorlamak yerine kendi hallerine bıraktığımız bir dünya diliyorum. Şiraha’nın söylediği gibi bu şimdiye kadar hiç olmamış, hâlâ ilk çağda yaşıyor gibiyiz ama belki sayısı artar artık “bize ne eşek kafalılar!” diyenlerin. Seni seviyoruz Furukura-san! Mütekabiliyet şartı yoktur!
Kasiyer
KasiyerSayaka Murata · Turkuvaz Kitap Yayınları · 20192,373 okunma
·
63 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.