Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

407 syf.
7/10 puan verdi
·
197 günde okudu
Bu kitap Şevket Süreyya Aydemir’in aslında otobiyografisi. “Şunu yaptım, şurada doğdum.”dan ziyade, hikâyesini romanlaştırarak anlatmış. Hani İlber Ortaylı’nın “Bir Ömür Nasıl Yaşanır?” isimli bir kitabı var ya, işte bu başlığa layık bir ömür olarak Şevket Bey’i gösterebiliriz. Emrah Safa Gürkan da o dönemin insanlarını anlatırken nasıl hızlı yaşadıklarını, insanların ne kadar hızlı olgunlaştıklarını söylemişti. Mesela Enver Paşa’nın tüm ömrü 41 yıldır. Askerliği, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir numarası oluş hikayesi, İttihat ve Terakki – ki İttihat ve Terakki hakkında Şevket Süreyya Aydemir şöyle diyor: - “İttihat ve Terakki liderlerine bizim neslimiz hem borçlu, hem de kırgındır. Borcumuz, en bayağı şekilde çürümüş hantal, çağ dışı ve her türlü haysiyetten yoksun bir istibdat idaresini cesur bir hamleyle çökertmelerinden ve genç nesle bir benlik gururu, bir gelecek ümidi aşılamalarından gelir. Kırgınlığımız ise, uyandırdıkları bu ümit için, bizim neslimize verdikleri hayal kırıklığındandır.” Orta Asya ve Turan hikâyesi ve en son orada ölmesi 40 yıl içinde oldu. Bunun gibi bir örnek de Şevket Bey’in yaşamı. 1. Dünya Savaşı ile başlayan hikâyesi, “-Hepiniz öleceksiniz! dedi. Sonra bu cümleyi eksik buldu. Sözlerini: -Hepimiz öleceğiz! diye tamamladı ve ilave etti: -Vatan kurtulacaktır!” “İnsanın, icabında kendisini öldürebilmek imkanının ve hürriyetinin nasıl paha biçilmez bir saadet duygusu verebileceğini, o gün orada, iki ateş arasında ben de duydum.” “Birinci Dünya Harbi içindeki karşılıklı Türk-Ermeni boğuşması ve hesaplaşması, öyle sanıyorum ki, insanlık tarihinin unutulması daha iyi olacak bir sayfasıdır.” Anadolu’da bir Türk direnişi ve Türk devleti kurma hayali, “Gerçi biz evvelce de Türk'tük. Fakat kendimize Türk diyemezdik. Türk sözü, birçok ırkları, kavimleri birleştiren bir imparatorlukta, bir kavmin diğerleri üstünde tahakkümünü hatırlatır ve onları gücendirir diye düşünülüyordu. Halbuki bu imparatorlukta yaşayan diğer ırkların, diğer milletlerin hepsi kendilerini, kendi milletlerinin adıyla tanır ve öyle anarlardı.” “Bu yollarda biz bir borcu ödüyoruz. Yüzyıllardan beri soyulan, sömürülen, yüzyıllar boyunca yalnız mal, yalnız can vergisi için aranan şu bitmiş, şu bilinmeyen Anadolu'ya karşı, çeşmeleri gürülgürül akan İstanbul'un işlediği günahların borcunu ödüyoruz.” ardından Kafkaslar ve kendini Turan’a adama – ki Azerbaycan’ın uçlarına, gelişmemiş noktalarına bile isteye gitmiş ve oradaki çocuklara eğitim vermiştir-, Sovyetler ve komünizm ile tanışınca sosyalizmle geçen bir gençlik ve ardından ülkesine dönüp aldığı büyük görevler. Kitap boyunca Şevket Bey’in geçirdiği çeşitli ideolojik aşamaları takip ederken, pişmanlıklarını da okuyoruz. Özellikle sosyalizme bağladığı umut çok yüksek olduğu için, en büyük darbeyi de oradan yemiş. Sosyalizmde denetleme mekanizmasının olmamasını ve yöneticinin diktatörleşmesinin örneğini şöyle veriyor: “(Cezaevinde, kendisi gibi sosyalist arkadaşlarıyla her toplantıda olduğu gibi fikirlerini konuşurlarken, her seferinde ateşli konuşmalar yapan bir komünist, kendi öz menfaatlerinden sıyrılmış bu insanların ne kadar kıymetli olduklarını, hatta insanüstü bir varlık olduklarını anlatır. Ardından kapı açılır da koğuşa sadece birkaç tane yeni karyola gelince, bunları anlatan kişi, kendi eski karyolasını atar ve herkesin bakışları arasında gider ve yeni karyolalardan birini kapar.) Kolektif ruh, ferdin şahsına, şahsi rahatlığına ve menfaat kaygısına ilişkin olan hallerde demek ki bütün kuvvetini kaybediyordu. İşe yaramaz bir cihaz haline geline geliyordu. Ama bu küçük olay nedense beni çok üzdü ve düşündürdü. Acaba hayat, onun dilediği gibi akar da, bir gün bu kapılar açılır ve ona: - Buyur arkadaş! Artık söz senindir, vaat ettiğin dünya cennetini yap! derlerse ne olacaktı! Tabii o zaman bu küçük karyola büyüyecek, büyüyecekti. Süslü, ipekli yatak odalarına, köşklere, saraylara inkılab edecekti.” Nazım Hikmet için söyledikleri de burada belirtmeye değer: “Benim bildiğim devrede, yani Türkiye sınırlarından sonra uzaklaştığı ana kadar bence, hiçbir zaman komünist olmadı. Hatta o zaman Komünist Partisi de onun adını, azaları arasına kaydetmedi. Ömrünün son on yedi senesini, vatan toprağındaki cezaevlerinde bıraktıktan sonra, kendi seçtiği yerlerde, kendi kaderini yaşamak için, fakat istemeyerek, mecbur olarak gitti. Bugün artık o, bu gökkubbe altında değildir ve ölüm çok şeyleri halleder. Bizden uzak bir toprakta, bağlandığı toplumun ve sanat dünyasının olağanüstü ilgileri arasında, fakat derin bir nostalji, bir vatan hasreti içinde gözlerini hayata yumdu. Son vasiyeti, ücra bir Türk köyünün mezarlığında toprağa verilmekti. Olmadı.” Kitabı özetlemek aslında Şevket Bey’in biyografisini okumak gibidir. Bu yüzden böyle yapabiliriz: “1897'de Edirne'de Balkan göçmeni, topraksız bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Babası Mehmet Ağa, Bulgaristan'ın Deliorman yöresinde toprak sahibi varlıklı bir kişi iken servetini kaybetmiş biriydi, Edirne'de bahçıvan olarak çalışmaktaydı. Annesi aydın bir kişi olan Şaziye Hanım idi. Okuma yazmayı annesinden öğrendi. Mahalle mektebinden sonra askerî rüştiyeye devam etti. Küçük yaşlardan itibaren siyasetle ilgilendi. Henüz on bir yaşında iken İttihat ve Terakki Cemiyetine üye oldu. Balkan Savaşları öncesinde annesini ve bir ağabeyini kaybetti. Edirne işgale uğrayınca katliamdan kurtulmaları için İstanbul'a gönderilen çocuklar arasında yer aldı. Kuleli Askeri Lisesine kaydoldu ancak Edirne'nin geri alınması ve bir oğlunun daha asker olmasını istemeyen babasının çağırması üzerine geri döndü; Edirne Rüştiyesi ve Öğretmen Okulunda (bugünkü Edirne Lisesi) öğrenim gördü. Bu yıllarda Turancı görüşleri benimsedi. Diğer ağabeyinin Sarıkamış'ta hayatını yitirmesi üzerine I. Dünya Savaşı'nda gönüllü olarak savaşa katıldı; ağabeyinin şehit edildiği Kafkasya Cephesi'nde çarpıştı, yaralandı. Cephedeyken okuduğu Müfide Ferit'in Aydemir adlı romanı onu çok etkiledi. İleride Soyadı Kanunu çıktığında Aydemir soyadını seçmesi bu romanın etkisiyledir. Geri çekilme emri üzerine Edirne'ye dönen Şevket Süreyya, öğretmenlik eğitimini tamamladı. Edirne'nin Yunanlar tarafından işgali üzerine bir süre yerel direniş hareketlerine katıldı. Azerbaycan'da kurulan hükûmetin İstanbul hükûmetinden öğretmen istemesi üzerinde Nuha kentine (bugünkü adıyla Şeki) öğretmen olarak atandı ve 1919–1920 yılları arasında Azerbaycan'a geçti. Ermeniler'e karşı kurulan gönüllü birliğin kumandanı oldu ve bir halk kahramanı hâline geldi. Ancak Kafkasya'nın çok etnikli yapısını görünce eski Turancı fikirlerinin doğruluğunu sorgulamaya başladı. Bakü'de toplanan Doğu Halkları Kurultayı'na Nuha Delegesi olarak katıldı. Bu kongreye katılması onun komünizme merakını arttırdı. Kurtultay'dan 10 gün sonra yine Bakü'de gerçekleşen Türkiye Komünist Fırkası'nın toplantısına da katılan Şevket Süreyya, merak ettiği ideolojiyi öğrenmek isteği ağır basınca Millî Mücadele'ye katılmak yerine Nuha'ya dönmeyi tercih etti. Bir süre amaçsızca gezen Şevket Süreyya, Batum'a gittiğinde Komünist Parti'ye girdi. Yine Batum'da bir öğretmen arkadaşının kız kardeşi ile evlendi ve bu evliliği ömrünün sonuna kadar sürdürdü. Batum'dan sonra Moskova'ya giderek birçok Türk öğrencinin de öğrenim gördüğü Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesine (KUTV) kaydoldu. İktisadi ve Sosyal Bilimler Okulunda' ekonomi eğitimi aldı. 1923 yılında Türkiye'ye geri döndü. Şevket Süreyya, Türkiye'ye döndükten sonra Aydınlık dergisinde komünist fikirleri yaymaya çalışan yazılar yazdı. 1924 yılında Sadrettin Celal Antel ile beraber hazırladığı Lenin ve Leninizm adlı kitabı yayımladı. 1925'te TKP'nin üçüncü kongresinde yedi kişilik Merkez Komite'nin üyesi oldu. Türkiye İşçi ve Çiftçi Fırkası'nın 1 Mayıs'ta "Dünyanın Bütün İşçileri Birleşiniz" yazılı broşür dağıtması nedeniyle gerçekleşen "1925 Tevkifatı" sonucu dergi kapatıldı ve Aydemir de Ankara İstiklal Mahkemesi'nde devrin birçok ünlü komünistiyle beraber yargılanarak 10 yıl hapse mahkûm oldu. Muasır Türkiye'nin İktisadi İnkişaf İstikametleri adlı kitabını mahkûmiyeti sırasında yazdı fakat bu eseri yayımlatamadı. Afyon Cezaevinde geçirdiği bir buçuk yıldan sonra 29 Ekim 1927'de ilan edilen genel aftan yararlanarak hapisten çıktı. 1927 Tevkifatı sırasında yeniden tutuklanıp yargılandı fakat beraat etti. Bundan sonra komünizm çizgisinden ayrılıp bir nevi milliyetçi komünizm anlayışını savunmaya başladıysa da Türkiye için geçerli düşüncenin Kemalizm olduğu görüşüne döndü. Vedat Nedim Tör'le birlikte TKP'den ayrıldı. Partiyi polise ihbar etmekle suçlandı. 1928'de bürokrat olarak Ankara'da çalışmaya başladı. 1951 yılına kadar eğitimci ve iktisatçı olarak çeşitli devlet görevlerinde bulundu. Yüksek Teknik Öğretim Umûm Müdür Yardımcılığı, Ankara Belediyesi İktisat Müdürlüğü, Ankara Ticâret Mektebi Kurucu Müdürlüğü, İktisat Vekâleti Sanâyi Tetkik Heyeti Reisliği, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Üyeliği yaptı. 1930 ve 1931 yıllarında Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yazıları yayımlandı. 1932 yılında Atatürk’ün isteği üzerine Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile birlikte Kadro dergisini çıkarttı. Dergi kapatıldığında Ankara Ticaret Mektebinde müdür olan Aydemir, bu görevi 1936'ya kadar sürdürdü. İki yıl Ankara Belediyesi İktisat Müdürlüğü yaptıktan sonra İktisat Bakanlığında çalışmaya başladı ve İsmet İnönü'nün güvenini kazandı. Komünist geçmişi nedeniyle çok eleştirilse de başarıları nedeniyle yükseldi. Bir dönem Ekonomi Bakanlığınca İsmail Hüsrev Tökin'le birlikte bir kalkınma planı hazırlamakla görevlendirildi. Fakat İsmet Paşa bu planı kabul etmedi. 1951'de Vekiller Heyeti kararıyla emekli edildikten sonra kendisini yazarlığa verdi. Hayatı boyunca çok sayıda eser veren Aydemir, Tek Adam adlı eserinde Atatürk'ü; İkinci Adam adlı eserinde İsmet İnönü'yü yazdı. Bunun dışında Menderes'in Dramı, Enver Paşa gibi biyografiler ve Suyu Arayan Adam gibi otobiyografik denemeler dışında Toprak Uyanırsa ve Kahramanlar Doğmalıydı adlı romanları yazdı. 27 Mayıs'tan sonra oluşan yeni düşünce ortamında kurulan sosyalist eğilimli Devrim ve Yön gibi dergilerde yazıları yayımlandı. 12 Mart Muhtırası sonrası Yön dergisi kapatılınca yazılarına Cumhuriyet gazetesinde devam etti. 25 Mart 1976'da Ankara'daki evinde öldü. Ankara Belediye Başkanı'nın emriyle tabutu, Türk bayrağına sarılı olarak defnedilmiştir. Adı, Ankara'da yıllarca oturduğu sokağa verildi.”
Suyu Arayan Adam
Suyu Arayan AdamŞevket Süreyya Aydemir · Remzi Kitapevi · 20213,445 okunma
·
234 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.