Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Kâzım Karabekir Paşa, ana babaları Erzurum ve Erzincan bölgelerinde öldürülen iki bin kadar yetim Türk çocuğunu evlat edinmişti. Bunlar, dört ile on dört arasında çocuklardı. Üzerlerinde asker elbisesi olmasına ve Paşa'nın seçtiği zabitlerin nezareti altında olmalarına rağmen, asker terbiyesi görmüyorlardı. Kazım Karabekir Paşa, çocuklarda, feci günlerinin hatırasını silmek için ne gerekirse yapmaktaydı. Onların eğitiminde en büyük rolü müzik oynuyordu. Bu işi, bir Rus kadınla birlikte kendisi üzerine almıştı. Çocukları bilhassa birer sanat ve meslek sahibi olacak şekilde yetiştiriyordu. Bunlardan bazıları gayet iyi marangozluk öğrenmişti. Güzel resim çizmesini, çocukça fakat sanatkarca oymalar yapmasını biliyorlardı. Kazım Paşa, ceza usulünü kaldırmış, bununla beraber, çocukların şahsiyetlerinin serbestçe gelişmesini önlemeyecek bir disiplin kurmuştu. Kötü hareketi görülen çocuğu karşısına alıp onunla tek başına konuşurdu: ''Paşa baba''nın bir kenara çekip öğüt verdiği çocuğun hemen hemen bir daha kötü bir şey yaptığı olmazdı. Kazım Karabekir Paşa'nın, çocukları idare kabiliyeti, zannediyorum, anadan doğma bir kabiliyettir. Türkiye'nin dört bir tarafından kendisine çocuklardan mektup yağar. Kazım Karabekir Paşa, Türkiye'de çocuk dostu olarak tanınmıştır. Orduları teftişe çıktığı zaman, ilk işi okullara uğramak olur. Hemen bir sınıfa dalar ve saatlerce çocukların arasında kalırdı. Karargâhtaki sıkı disiplin taraftarları bundan şikâyetçidirler. Kumandanlarının bu yüzden alay konusu olmasından korkmaktadırlar. ama dünya yüzünde hangi hakiki sevgi vardır ki, aşırılığa varınca bir mizaha konu olmuş olmasın? Ama, Kazım Paşa'nın kendisi hiç bir zaman tahammülsüzlük göstermemiştir. Kazım Paşa'nın şefkat hareketlerinin ardında bir ''fikir'' yaşamaktaydı. Kazım Paşa'ya göre, Türk milleti değerli vasıflarından bazılarını kaybetmişti. Sıhhatli ve dayanıklı bir millet olması için yeni vasıflar, meziyetler kazanması gerekti. Çocuklara sağlık bilgisini, bir din bilgisi katiyetiyle öğretmişti. Hepsi okumuş büyük kimselerden daha çok mikrop ve Türkiye'deki belli başlı hastalıklar hakkında bilgiye sahiptiler. İki aylık tatil günlerinde, hayatta kalmış akrabaları olan çocuklar köylerine gönderiliyordu. Çocuklardan birkaçı ile konuştuktan sonra, onlar üzerinde ne derece gayretle çalışıldığını anladım. Çocuklardan biri bana dedi ki: ''Bizim köylülere mikrobun ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu anlattım. Mikropların cin peri gibi bir şey olduğunu ve bunlardan korunmak için tek çarenin temizlik olduğunu söyledim. Her sene eski püskü ne varsa hepsini yakıyor, evleri badanalıyoruz. Yemeklerden önce, Müslüman adeti üzere ellerimizi yıkıyoruz...'' Bu çocuk ileride bakteriyolog olmak niyetindeydi. Bu yetimlerin terbiyesinde, makine kullanmanın lüzumu ve faydası üzerinde de duruluyordu. Makinelerin faydasını belirten temsili piyesler oynamakta, makineyi öven şiirler okutulmaktaydı. Çocuklarda en çok göze çarpan şey, dürüstlük, doğru sözlülüktü. Bu özellikleri öğütlerle değil, içinde yaşadıkları çevreden, havadan almaktaydılar. Buna karşılık, onlarda kadınlara karşı kayıtsız şartsız bir sevgi hissi uyandırılıyordu. Her kadında bir çeşit kutsallık bulunduğu fikri aşılanıyordu. Bu üzerinde en çok durulan hususlardan biriydi. Maksat, Anadolu erkeklerinde kadına karşı saygı ve sevgi hissi uyandırmak, bu hissi kuvvetlendirmekti. Anadolu kadınlarının umumi hayatta oynadıkları rolün ne kadar hayati olduğunu ve ne büyük angaryalara koşulduğunu biliyorlardı. Nihayet, küçük çocuklara, ihtiyarlara, zayıflara bakmak, onlarca dini bir vazife sayılıyordu. Bunu anlamak için, onları bir kadınla konuşurken veya herhangi bir iş yaparken görmek elverir. Elinde bohça veya herhangi bir eşya olan bir kadın gördüler mi, hemen koşup ona yardım ederlerdi. Bir köşede, bir gün Kazım Paşa ile çay içerken, bu çocukların bir kısmı ile konuştum. On üç yaşlarında, kara gözlü bir oğlan Kazım Paşa'nın yanında nasıl yaşadıklarından, neler yaptıklarından bahsediyordu. Ana babasını kesmişler ve cesetlerini ölü yığınları üzerine atmışlar. Kendisi şaşkın bir vaziyette sağa sola koşmuş, nihayet, bir ağacın altına düşüp bayılmış. Kendisini Kazım Karabekir Paşa bulup kurtarmış. Küçük yaştan beri iyi ellerde büyümüş bir aile çocuğu intibaını veriyordu. Şimdi, bunca serbestlik ve sevgi havası içinde yaşayan bu çocuğun asık suratlı bir mektep hayatına alışması ne kadar güç olur diye düşündüm. O gün Kazım Paşa'dan ayrıldığım vakit, fikirlerinin bir çok nesilleri yetiştirip besleyecek güçte bir insan olduğunu anladım. Çünkü o bana, Türkiye'deki büyük olayların meydana çıkardığı müstesna simalardan biri gibi göründü.
Sayfa 117Kitabı okudu
·
59 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.