Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Osmanlı'da "Kardeş ve evlat katli"
Fatih Sultan Mehmed Han, devletin daha evvel içine düştüğü birtakım tehlike ve hataları değerlendirip «Fâtih Kânunnâmeleri» denilen ka- nunnâmeleri hazırladı. Lakin sanılmamalıdır ki bunlar, onun veya o devirdeki ricâlin şahsî düşüncelerini aksettirir. Asla!.. Devlet idaresine dair pek çok kâide ihtiva eden bu kanunnâmelerde günümüze kadar üzerinde pek çok tartışma cereyan etmiş bulunan meseleler, "kardeş ve evlât katli" ile vezirlerin siyaseten cellåda havale edilmeleri keyfiyetleridir Dikkat olunursa, hånedan mensuplarıyla vezir rütbesini haiz kimselere mahsus olan bu kâidenin iki husūsi sebebi vardır: 1. Bunlar, îcâbında devleti bölebilecek bir otoriteye sahip olduklarından, haklarındaki kararın sür'atle verilmesi gerekmektedir. Sıradan mahkemelerin usûl hükümleri, buna imkân vermediğinden, bir ihånet halinde usüli käideler yerine getirilinceye kadar iş işten geçmiş olur ve teläfisi mümkün olmayan zararlar ortaya çıkar. Bun dan dolayıdır ki, pâdişâha: "-Cellát!.." diye bağırma hakkı verilmiştir. 2. Bunlar, deulette otorite bakımından en üst mevkide bulundukları için kendilerini korkmadan muhakeme edebilecek olan daha üstün bir otorite sadece padişahtır. Halktan birini padişahın cellåda havale edebilmesi ise, onun sadece sefer hâlindeki bir orduya mensup bulunmasına bağlıdır. Gerçekten sefer hâlindeki bir orduda bazen bir nefer bile bir bozguna sebep olabilir. Bu temel sebeplerle ortaya çıkan şu tatbikat bile nefsânî hislere meydan vermemek için daima şeyhülislām fetvâsına dayandırılmıştır. Bu sebepler, devletin bölünmekten korunması ve bekāsının temini gibi haklı bir endişenin eseridir. Gerçekten büyüyen bir devletin parçalanıp dağılmaktan muhafazası, oldukça güçtür. O günkü haberleşme imkânlan da dikkate alınırsa, bu güçlüğü takdir etmek, daha da kolaylaşır. Bu ölçüler ışığında devletin tek elden idare edilerek ümmetin parçalanıp güçsüz beyliklere bölünmemesi ve bu süretle ehl-i küfür karşı sında devamlı olarak kudretli kalınabilmesi için Fâtih'in hukükileştirdiği kardeş ve evlât katli meselesinin, Osmanlı Devleti'nin ömrünü uzatan en büyük säiklerden biri olduğu söylenebilir. Bu husustaki madde şöyledir: "Evladımdan her kime ki saltanat müyesser olursa, (mecbûriyet hâlinde) nizâm-ı âlem için karındaşını öldürebilir. Ekser-i ulemâ dahî tecvîz etmiştir. Gerektiğinde anınla âmil olalar..." Demek oluyor ki Fâtih, bunu emretmiyor. İhtilal ve anarşi gibi, şartların son derece mecbur bıraktığı durumlarda başvurulabilecek bir müsaade olarak hukûkîleştirmiş oluyor. Buradaki nükteyi doğru anlamadan Osmanlı'nın velâyet derecesi ne yükselmiş bulunan sultanlarını bile -hāşa- cânîlikle suçlamak, yerinde bir hüküm değildir. Dünya tarihinde bir misli daha bulunmayan, tebaasının menfaati için kendi evlât ve kardeşini fedā etme husüsiyeti kar şısında, hislerden ziyāde, idrāk, iråde ve tarihî gerçeklere göre tahlilde bulunmak îcâb eder. Diğer bir gerçek de şudur ki, 623 sene gibi uzun bir imparatorluk devresinde "evlât ve kardeş katli" sebebiyle ölenlerin sayısı, takriben altmış küsûr kadardır. Aksi hälde bu rakam, yüz binleri bulur, hatta daha ziyâde olabilirdi Nitekim bu hususta ibretli bir tablo olarak, sadece Yavuz Sultan Selîm Han ile ona isyan etmiş bulunan Şehzâde Ahmed'in saltanat dāvāsında Konya ovasında yapılan mücadelede iki taraftan yaklaşık on bin müslümanın kanının aktığını hatırlatmak kâfidir. Bu da gösteriyor ki kardeş ve evlat katli meselesi, alternatifsiz iki büyük mecbūrī tehlikeden en hafifini tercih etmek zarûretine binâen, nâçâr bir şekilde tatbik edilmiş bir hadisedir. Birçok kritik durumda ortaya çıkan bu çaresizliği açıkça görmek mümkündür. Yavuz Sultan Selîm Han, kendisiyle mücadele edip bertaraf edilen kardeşi Şehzade Korkut'un tabutu altına ağlaya ağlaya girmiş ve: "-Ey kardeşim! Ne sen bana bunu yapsaydın, ne de ben böyle yapmak zorunda kalsaydım!.." demiştir. Kânûnî de, oğlu Şehzâde Mustafa'yı katlettirdikten sonra onun cenāze namazını kıldırmak istemiş, ancak gark olduğu gözyaşı selleriyle namazını bozmak zorunda kalmıştır. Zira Kânûnî, bir meyvedeki karıncanın kırılmasının câiz olup olmadığı husūsunda bile Şeyhülislâm Ebussuüd Efendi'den fetvå soracak kadar içli, muhlis ve müttakî bir mü'mindi... Bu ve benzeri acıklı ve tezatlı hadiseler, cihanşümül bir devletin bağrına saplanan elem dolu hâtıralardır. Bunlar, cihana yön veren büyük cihangirlerin rûhunda kanayan sıcak bir yaraya batan bir diken gibi olmuştur. Bunun için hamiyetli sultanlar, zarüreten bertaraf ettikleri şehzadelerin aile ve yakınlarını mağdur etmemişlerdir. Bolca lûtuf ve ihsanlarda bulunmanın yanında, şehzade ailelerine lüzumlu tahsîsātı bağlamışlar ve yakın hizmetindekileri de devletin çeşitli makam ve mevkilerinde vazifelendirmişlerdir.
Sayfa 124 - Erkam yayınlarıKitabı okuyor
·
64 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.