Ne var ki annem sahiden de babasının kızıydı. Rahmetli
dedem, albay emeklisiydi. Kendisi gibi vatana millete hayırlı,
ciddi, kuvvetli, sert, dediğim dedik ve otoriter askerler
olmasını arzu ederek dünyaya getirdiği oğullan, tabiatlan
itibariyle analanndan halim selim çocuklar olarak çıktıkları
için onlan elemiş; bir kız evlat olmasına rağmen sürekli
bağıran, yemeğini zamanında bitirmeyen kardeşlerinin
önünden yemeklerini atan, söylediklerini yapmadılar diye
kardeşlerinin ensesine ikişer tokat yapıştırmaktan çekinmeyen
ilk çocuğu Habibe’yi gözüne kestirmişti. Habibe, asker
olmayabilirdi, ama bir albay kızına yaraşır ciddiyette
büyüyebilir ve Kemalettin Bey’i temsil kabiliyetini rahatlıkla
üstlenebilirdi. Kızın aşırı tavırları yok değildi, ama bunlar
zamanla değişebilecek, yontulup şekle şemale sokulabilecek
şeylerdi. Bu inançta Kemalettin Bey oğullarını yok saydı.
Ona göre eğer bir erkek, erkek gibi davranmıyorsa, insan
olarak değerini yitiriyor, kendi varlığı zaten değersiz
olan kız evlat, şayet erkek gibi güçlü kuvvetli, kararlı, azimli
tavırlar gösteriyorsa insan muamelesine hak kazanıyordu.
Bunun için oğlanlara seneler boyu elini bile öptürmezken,
Habibe’yi yanında tutmaya, onu gezmelere götürmeye, sofrada
yanına oturtmaya gayret etti. Kemalettin Bey’in gözden
kaçırdığı şey, Habibe’nin çirkefliğinin doğuştan geldiğiydi.
Tekmil silahlı kuvvetlerin taliminden geçse de Habibe değişmezdi.
Nitekim Habibe onca senede bağırmadan konuşmayı,
küfretmemeyi, hakkına razı olmayı, insanca iletişim
kurmayı geç, sıra beklemeyi bile öğrenemedi.