Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

BİR ŞEYLER EKSİK Ya sevgiye, ya da arzuya ,nesne olmak istiyoruz. ...arzuladığımıza ulaşmak, arzulandığımızda da ulaşılmak istemiyoruz. ''Sevmeyi becerecek kadar kendi benliğimizden feragat etmeyi bilmiyor, arzulamayı becerecek kadar da bilinmeyene ve tehlikeli olana yelken açmaya cesaret edemiyoruz.'' Sevemediğimiz ve arzulayamadığımız zaman da geri¬ye yalnızca kıskanmak kalıyor. Öyleyse kıskanmanın sevginin/aşkın ya da arzunun/tutku¬nun ,bir yan ürünü olduğu efsanesini bir yana bırakabiliriz. "Arzuya yenik düşen huzur, artık bir daha bulunmamak üzere uzaklaşır gider." Eksik doldurulamaz, kapatılamaz, kamufle bile edilemez. Marifet eksikle birlikte yaşanmasını öğrenmekte. “...eksik olanın zaten hiç olmamış olduğu düşüncesi tüylerimizi ürpertiyor.” “O” arayışı, eldeki bir eksiğe işaret edebileceği gibi, beklenen bir aşırıya, bir fazlalığa da işaret eder. " Lacan aşk hakkında konuşurken "Aşk sahip olmadığınız (sizde olmayan) bir şeyi, onu sizden istemeyen birine vermektir/vermeye çalışmaktır, Acınası bir durum gibi görünüyor, değil mi? Ortada verilecek bir şey yok, ama zaten onu isteyen de yok. Ancak "aşk" gene de var. Çünkü o öteki her kimse, onun "gerçekten" istediği şey de kimsede yok. Zaten olsaydı da karşılığında ne verebilirdi ki? Kendimize bir "eş" seçerken, onu her şeyden önce diğer "adaylardan" ayıran özellikleriyle, kendine özgülükleriyle, tuhaflıklarıyla, biriciklikleriyle seçeriz. Onu arzulamamız için, arzumuzu tetikleyecek bir "fark" bulmamız gerekir. Ancak bir ilişki bir kere kurulduktan sonra, eşimiz kendisi oldukça bizi hayal kırıklığına uğratır. Yanılsamamızı bozar, kendimizi aldatmamızı engeller ... Arzu ile sevgiyi (ya da aşkı) sürekli olarak birbirine karıştırmaktan vazgeçmeliyiz. Bir şeyi sevmemiz için onun ne olduğunu bilmemiz gerekir. Arzu da ise tam tersinedir. Arzulamak için arzu nesnesinin en azından bir yanıyla karanlık, belirsiz olması şart. Çünkü arzu, somut bir hedefe yönelik somut bir duygu değil; öyleymiş gibi yapıyor yalnızca Her eş bir ekrandır. onun üzerine arzumuzun fantezisini yan¬sıtır, bu yansımayla ilişkiye gireriz. Kuşkusuz yansıttığımız şey kendimizden başka bir şey değildir.O yüzden her cinsel ilişki mutlak bir narsisizmdir. Çok iyi kamufle edilmiş bir mastürbasyondur; ensestin şahikasıdır Arzu nesnesi olarak kalmak en büyük arzumuzsa eğer, kendimizi gizleyerek, vermeyerek, mistik bir perdenin ardına saklayarak, aralıksız yalan söyleyerek bu mertebeye ulaşabilir, onu koruyabiliriz. Ama hiç kimse bizi kelimenin gerçek anlamıyla sevmeyecektir. Eğer sevilmeye çok ama çok ihtiyacımız varsa, sevilmeden yapamıyorsak, kendimizi bir cam gibi şeffaflaştırıp ortalık yere dökeceğiz demektir. O zaman sevilebilir ve sevimli olabiliriz. Ancak bu durumda da bizi arzulayacak bir Allahın kulu çıkmayacaktır muhtemelen. Arzu vardır, ama o arzudan aşk doğmaz; doğsa doğsa ölümcül, yıkıma giden bir tutku/saplantı doğar. ... sorun kendimizi nesne olarak tasarlamamızda: Ya sevgiye, ya da arzuya nesne olmak istiyoruz. Bizdeki eksiği çalan birilerini yaratır, hayatımızın geri kalanını onlara kızarak geçiririz. Olabilecek tek dünyanın, yaşanabilecek tek aşkın, mümkün olan tek cinsel ilişkinin bu olduğunu bir kere kabul ettiğinizde, varacağınız yerin melankoli ya da cinayet, bitmek tükenmek bilmeyen bir iç sıkıntısı ya da delilik, kupkuru bir başarı öyküsü ya da bir yenilgiler dizisi, Prozac ya da eroin olması pek fark etmez. "Bir şeyi sevmemiz için onun ne olduğunu bilmemiz gerekir. Arzuda ise durum tam tersinedir. Arzulamak için arzu nesnesinin en azından bir yanıyla karanlık, belirsiz olması şart. Öte yandan, sevmeye devam etmemiz için ise hep henüz bir bilinmeyen, daha bilinecek bir şeylerin kalması gerekir. " Arzuluyoruz, arzulanmak istiyoruz. Bu ikisi de hakkımız bizim: Çünkü ancak bu ikisi birden gerçekleştiğinde hem özne hem nesne (yani kelimenin gerçek anlamıyla insan) olabileceğiz. Her ilişkide “bir şeyler eksik”tir mutlaka. Maazallah, ya olmasaydı? Nasıl kurtulurduk o ilişkiden? Eksik olanın ne olduğunu bilemeyiz hiçbir zaman. Eksik, sadece eksikliğiyle vardır, hiçbir zaman tamamlanamayacaktır, hiçbir zaman bütünlenemeyeceğiz. Eksik hep orada. Hepimizde, yaşamımızın her anında. O eksiğin ruhumuzda açmış olduğu gediği doldurmaya çalışıyoruz. Bazen bundan bir başkasını sorumlu tutarak, bazen o gediği bir başkasındaki bir “fazla” ile kapatmaya çalışarak. Çoğu kez karşımızdakini bir tür ayna olmak kullanıyoruz; kendi sözlerimiz duyabilmek için bir tür bahane, bir kukla. Otuz dokuz anahtarımın olması hiçbir şey ifade etmez. Bana yasaklanmış olan kırkıncı kapının ardında yatar arzu. Fallus bir gösterge: Polisin elindeki cop, babanın tokadı, ABD nin füzeleri. Ama bunların hiçbiri sahibindeki eksiği gidermez: Ne polis iktidara sahiptir, ne baba, ne de ABD Başkanı. O yüzden de çok tehlikelidirler:Bir eksiğe sahip olmanın tahammül edilmez farkındalığıyla, ellerindeki nesneleri akıldışı bir biçimde kullanabilirler. Ah! Beyhude ki ne beyhude! Hangimiz mutluyuz bu dünyada? Hangimiz arzusuna kavuşmuş? Veya kavuşmuşsa bile tatmin olmuş? —Haydi çocuklar, gelin kuklaları kutuya koyup kaldıralım, çünkü oyunumuz oynandı ve bitti. ''Psikozun temel tanımlarından biri de budur zaten: Anne ile ayrılmayı/ayrışmayı, bağımsız, sınırları olan, başı sonu belli bir benlik oluşturmayı becerememek.'' Bazı insanlar dinlemezler, siz konuşurken bir sonraki konuşmalarını hazırlarlar, o sırada da kafalarındaki "siz" kuklasını oluşturup bir sonraki tiradları için en uygun pası verdirirler. Hayatımızın önemli bir bölümü bizi ( yalnızlıktan, sıkıntıdan, ailemizden, mutsuzluktan, yanlış, kötü giden bir ilişkiden) kurtaracak bir beyaz atlı şövalye beklemekle geçiyor. Onu bulduğumuzda ise bir süre dinleniyoruz, sonra bizi bu beyaz atlı şövalyeden kurtaracak başka bir beyaz atlı şövalye beklemeye başlıyoruz. Ne çok şövalyeye ihtiyaç var değil mi? Biz beyaz altı şövalyeleri ancak onlar varolmadığı sürece arzuluyor ve bekliyoruz. karşımıza gerçek bir kişi olarak çıktıklarında sıradan, kusurlu, beceriksiz, sakil oluyorlar. Bir fantezi imgesi olarak ise olağanüstü, mükemmel, zarif, güzel. Böyle kalmaları için olmamaları gerek Hepimiz aynı umutsuzluğun kurbanlarıyız. Oysa başka bir aşkın, başka bir cinselliğin, başka bir hayatın varolabileceği umudu ,hepimizi birden “iyileştirecek”. Başka bir şey iken değişerek bugünkü haline gelmiş, dolayısıyla yarın da bu haliyle kalmayacak. Cinsel ilişki hepimizde, her zaman ve en baştan beri var olan o doldurulamaz eksiğin, o doyurulamaz kuraklığın, o aşkın yalnızlığın, yani doğmuş olma felaketinin ilacı(ymış gibi) olur. … Ama çoğu ilaç gibi, tedavi etmez, yalnızca semptomları giderir, o da bir süre için.” Yüzeydeki engebeler (kendine özgülükler, belirgin özellikler, kusurlar) huzurumuzu kaçırır, zaman içinde gözümüze batmaya başlar. Oysa o engebeler en başta o eşi seçmemizin (onu diğer ötekilerden ayırt etmemizin) nedeniydi. Eksik aslında hep kendimizdedir. Onu başkasına yansıtırız sadece. "Gösterilip de verilmemiş olma." En büyük dehşetimiz; dışlanmışlığımızı, terk edilmişliğimizi, kıskançlığımızı ve hasedimizi ("bana gösterilen bir başkasına mutlaka verilmiştir!") bize her an hatırlatan his.. Bizden başka aldanan oluyor mu bu oyuna peki? Hayır. Ama şükürler oksun ki herkes aynı kamuflaj oyununu oynamakta olduğu için, gül gibi geçinip gidiyoruz. mutlak tanışıklık, bilinecek bir şeyin kalmadığı hissi, mera¬kın sona ermesi, aşkın ölümüdür. Kıskançlık acısı, üzüntüsü, aslında ahlaki ya da akılcı, zihin¬sel kaygıların dışında, öncesinde bir yerde yatar. canı yanan, ama derdinin ne olduğunu anlatacak bir dile sahip olmayan bir bebeğin acısına benzer daha ziyade. kıskançlığın içindeki bir diğer duygu da öfkedir. ama gene farklı bir öfke: adaletsizliğe duyulan etik bir öfke değil, elin¬den oyuncağı alınan çocuğun mülkiyetçi öfkesi bile değil. tersine, hiçbir zaman sahip olmamış olduğumuz bir şeyin, orada olmadığını fark etmekten doğan çaresiz, ilkel bir öfke.. “İki kişiden ancak arkadaş olur," demişti Adam Phillips. "Çift üç kişiden oluşur." Kastettiği grup seksi ya da iki-eşlilik filan değildi kuşkusuz. Çiftin, karşısında "çift"liğini kuracağı ebedi üçüncünün, dili olanaklı kılan, hem "sen" hem de "o" olabilecek unsurun varlığı. Günah keçisi; devlet, yasaklayıcı baba, müşfik anne, meş'um kadın, çapkın erkek. Öteki. sadece bize, insanlara özgü işlevleri doğal işlevler¬miş gibi gö(ste)rebilmek için çabalayıp duruyoruz. bu antro¬pomorfizm (insan-biçimcilik) en çok da cinsellik konusunda gösteriyor kendini. zavallı hayvanlara kendi icat ettiğimiz sevgi, aşk, şefkat, şehvet gibi kavramları atfediyoruz hep. kedimizin bizi "sevdiğini" sanıyoruz. köpeğimizin kölece sada¬katini (koku bağımlılığını) sevgiye yoruyoruz. evimizdeki karşı cinsten iki kedi eğer dalaşmıyor da birbirlerine sürtünü¬yorlarsa "aşık olduklarını'' ilan ediyoruz hemen. yavrularını yalayan kediye "müşfik anne" özelliği yakıştırıyoruz hemen, oysa o kedi yalnızca içgüdüsünün esiri, yavrularını da unuta¬cak bir yıl bile geçmeden. Bir metnin yazarı/yönetmeni tarafından nasıl anlamlandırıldığı, bizim onu anlamlandırma çabamızda önemli bir yer tutmaz. Nasıl tutabilirdi ki zaten? Bizim aradığımız şey o metnin (yazarı tarafından tasarlanıp içine yerleştirilen) hakikati değil, kendi hakikatimiz anne-çocuk arasındaki cinsel ilişkinin yasaklanmasının gene¬tik dışındaki açıklaması şöyle olabilir: anne ve çocuk, doğum ile çocuğun dili öğrenmesi arasındaki sürede, bildiğimiz iliş¬ki türlerinden çok daha farklı, neredeyse "birlik" diyebilece¬ğimiz yakınlıkta bir ilişki yaşarlar. bir tür eş yaşamdır bu. dile gerek duymaz, empatiye, eşduyuma dayalıdır. eğer çocuk tüm duygusal yatırımını annesine yöneltir, tüm arzu ve gerek¬sinimlerini (bu arada cinsel arzu ve gereksinimlerini de) an¬ nesinden karşılamaya çalışırsa, bu dil öncesi bölgede çakılır kalır. toplumsallaşamaz, kültüre dahil olamaz Karadul ve peygamberdevesi dişileri neden yerler erkeklerini çiftleşmeden sonra? Yoksa bunu sado-mazoşist bir tören mi sanıyordunuz? Hayır, çiftleşmeden sonra erkeğin doğadaki işlevi sona erer, eko-sistemde bir fazlalığa dönüşür, artık sadece, gelecek kuşağı koruyup yetiştirme işlevine sahip olan bir dişi için besin kaynağı olarak işe yarayabilir. Arzuyu çoğu kez cinsel arzunun ötesinde bir anlamda düşünmüyoruz. Oysa arzu, aynı zamanda ve her zaman bilme arzusudur da. O yüzden arzunun nesnesi her zaman karanlık ve belirsiz olmak zorundadır. Aydınlık ve belirli bir şeyi ne diye arzulayalım ki? Onu zaten biliyoruz. Eksik hep vardı. Hiçbir zaman tam, bütün olmadık. Doğduğumuz anda eksiktik zaten, kendisiyle bütün olduğumuz bizden koparılıp alınmıştı. Dünyayı görüp tanımaya, kendi "ben"liğimizi kurmaya başladığımız andan itibaren de hep bu eksikle başa çıkmaya çalıştık. Bir türlü ayrı, bağımsız bir varlık olmayı tam olarak içimize sindiremedik, ama yaşamayı sürdürmek için başka bir yolumuz da yoktu. Neden kendimize en kötü gelecek şeyleri arzulamakta ısrar ederiz hepimiz/ kimimiz/ zaman/ zaman? Çünkü arzu tam da budur: Varolan düzenin bize makul, mubah ve meşru diye sunduğu şeyleri arzularmış gibi yapmayı reddedip, memnu olana yönelmek. Bireylerin kişilik kuruluşlarına yerleşmiş, çoğu bilinçsiz/bilinçdışı özelliklerini bir yana bırakalım, basit gündelik politika, ya da tuttukları futbol takımı gibi konulardaki duygu ve düşüncelerini değiştirmek bile son derece zordur “Aşk bir yanılsama değiş tokuşu; bir “gibi yapma” faaliyeti.”  Kâinata açılmak, varoluşun o eksiksiz bütünlüğünü görüp tanımak, onunla bir olduğunu bilmek. “Felsefe” dediğimiz şeyin ilk günlerinden beri peşinde koşup durduğumuz şey bu değil mi zaten? Kıskançlığın temelinde yatan olay, anneyle çocuğun nihai ayrılmasına giden yolun ilk adımıdır. İki kişilik özel bir dünyadan, üç (ve daha çok) kişilik dünyaya, cemaate ve topluma giden sürecin başlangıcıdır. O yüzden de kaçınılmazdır Yatak biraz dar gibi, ama kollarım açık bak İşte sana bir adam, hala yüzünü güldürmek için çalışan. Cinsel ilişki diye bir şey yoktur; cinsel ilişki üstüne söylenen söz vardır sadece. Çocuk doğurmaktan ve bakmaktan insan olmaya fırsat kalmaz. Bastırılmış olan daima, ama daima, geri döner. Eksik aslında hep kendimizdedir. Onu başkasına yansıtırız sadece. Hepimiz kıskanıyoruz, her zaman. Çünkü bizi dışlayan her ilişkiden korkuyoruz, nefret ediyoruz bu ilişkilerden.
··
164 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.