“Delilik yer çekimi gibidir; sadece hafifçe itmek yeterli.”Okuduğum ilk Çehov öyküsüydü. Bir kitap ne kadar çok yüzleştirebilir hayatla insanı dedirten, insanı farkında olmadan değiştiren eserlerden. Büyük zevklerin, sorunların ve farklılıkların olmadığı küçük bir kasabanın monotonluğuna boyun eğen bir doktor, yavaş yavaş hastanedeki işinden çekilir, kendini ofisine kilitler ve felsefe okurken odasında heyecan aramaya başlar. Akıl hastası olduğu zannedilen ama ideal bir tartışmacı olan, hapsedilmiş genç Ivan Dmitric ile tanışması onu normallik ile anormallik arasındaki sınır çizgisine getirecektir. İçten içe deliliği sorgulayan bir öykü olduğu için çok hoşuma gitmişti. Misal "deli" olmak nedir? Neye göre deli? kıyas yapılan o "normal" noktasında sahip olunması gereken şeyler nelerdir? Bu tarz kitaplar bir yerden sonra asıp keserek hüküm verdiğimiz şeylerin referans noktasını sorgulatmaya başlıyor. Kitabı sevdim, ama aynı zamanda çok üzücü bir kitap çünkü zihinsel rahatsızlığı olan biriyle konuştuğunuzda insanlar sizi yargılıyor. Elbette kişinin zihinsel bir sorunu varsa, tedavi edilmeli ama bu onun tüm hayatı boyunca eziyet çekeceği veya kapalı bir alana kapatılacağı anlamına gelmez. Sanırım o yıllarda depresyonu ya da paranoyası olan herkesi deli sayıyorlardı. Hatta bir kişiyle diyalog kurarsanız akıl hastası sayılmanız pek mümkündü. Ele aldığı konu tamamen aynı olmasa bile Hollywood yapımı bir film olan Jack Nicholson’ın oynadığı Guguk Kuşu filmi de zihinsel rahatsızlığı olan insanlara toplumun benzer bir tutum sergilediğini görüyorsunuz. Bu hikayeyi yakında ikinci kez okuyabilirim, o kadar anlamlı bir hikayeydi. Hikayenin ilerleyişi oldukça sinir bozucu ve kimin gerçekten aklı başında, kimin deli olduğunu sorgulamamız gerekiyor. Hikayelerde varoluşçuluk felsefesini sevenler bunu okumalı.