Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Sarayda şarbon hastalığı
Sultan Hamid'in hususi operatörlüğüne tâyinimden birkaç sene sonraydı. Bir gün Hünkârın en sevgili gözdesi hastalanmış. Ecnebi saray hekimlerinden biri bakmış: «Ehemmiyetsiz bir çıban, låpa koyunuz, geçer!» demiş! Ama, kadıncağız bu tedavi tarzıyle iyi olmamış. Üstelik sırtındaki yara büyüdükçe büyümüş… Padişahın vehmi, malüm… Hünkâr telâşa başlamış! «Bir kere de operatör Cemil Paşa baksın.» demiş. Bu irade üzerine, merasimle hareme geçtik. Birkaç haremağasının refakatinde başgözdenin yattığı odanın kapısı önüne geldik. Tabii, muhite koyu bir taassup hâkim. Eski tâbiriyle «tesettürü nisvan»a kılı kırk yararak riayet olunuyor. Üstelik Hünkârın başgözdesinin karşısına çıkacağız. Sultan Hamidin koynuna giren bir kadının yüzüne bakmak, kimin haddine düşmüş?… Bu sebeple başım önümde, gözüm yerde içeri girdim. Tabii, esaslı bir muayene yapmadan da kat'i bir teşhis koymağa imkân yoktu. Haremağalarına : - «Yarayı görmek lâzım.» dedim. İşte o zaman kıyamet koptu, Fellâhlar, hep bir ağızdan: «Biz, hanımefendi hazretlerinin vücudunu nasıl açtırabiliriz» teranesiyle yaygaraya başladılar. Ben de dayattım : -«Mes'uliyeti üzerime alamam. Keyfiyeti, efendimize arz ile mü- saadelerini istihsal ediniz.» dedim. Fellâhlar baktılar ki, çare yok, Hün- kârın iradesini almağa gittiler ve şu cevapla geri döndüler : - «Cemil Paşa, efradı ailemden mâduttur. Haremim, onun namahrem değildir.» için Lâkin haremağaları kıraldan ziyade kıraliyetçi! Başgözdenin iç ça- maşırlarını çıkarmasına yine razı olmadılar. Bunları, tedarik ettikleri bir makasla kestiler. Böylece, yara nahiyesi meydana çıktı. Bir de ne göreyim?… Başgözdenin hastalığı şarbon değil mi? Kadına duyurmamak maksadiyle dışarı çıktım. Haremağalarına fısıldadım: «Efendimize arzediniz, derhal ameliyat yapmak ve yara nahiyesini temizlemek lâzımdır.» Aksiliğe bakın ki, Sultan Hamid'in en korktuğu şey, ameliyat… Nitekim : - «İlâçla kabili tedavi değil mi?» diye sormuş. Haremağalarına : - «Hastanın hayatını başka türlü kurtaramayız!» cevabını verirken, başgözde içeriden seslendi: … «Efendimiz, muvafakat buyursunlar. Kendilerinden bu lûtfu istirham ediyorum. Ameliyatı yaptım. Yıkanırken, Sultan Hamid'in beni çağırdığını haber verdiler. Huzura girdim. Başgözdesinin hastalığı hakkında uzun uzadıya izahat aldı. Fakat, aklı bir noktaya takılmış, kalmıştı: Şarbon, kadına nasıl geçmişti ve mikrop, sırt nahiyesine nasıl girmişti? Sultan Hamit, bu vak'anın iki sebeple üzerinde duruyor, hem has- talığın kendisine bulaşmasından korkuyordu, hem de başgözdesinin ar- kasına mikrop yapıştığına nazaran, onun nerede soyunduğunu merak ediyordu. Hünkâr, bu düşüncelerinden bana açıkça bahsetmiyordu, tabii… Lâkin, mütemadi suallerden, zihnini kurcalıyan istifhamları an- lamak da zor değildi Belliydi ki Hünkârın kıskançlık damarları tutuşuyordu. Hakikaten başgözde ancak padişahın koynunda iken soyunabilirdi. O halde, ka- dın, nerede çırılçıplak olmuştu ki, sırtına mikrop girebilmişti? Bu, ancak yatak odasında mümkündü. Şu hale nazaran, birçok gecelerini onunla beraber geçiren sultanın da hayatı tehlikedeydi. İşte bu düşünceler sonunda, Hünkârın kıskançlığına hayat endişesi de karışıyordu. Padişahı teskin etmek maksadiyle dedim ki : -«Efendimiz, bunda merak edilecek bir şey yok. Şarbon mikro- bunun nerede bulunduğunu tâyin etmek de müşkül değil. Hastalığı bir sinek getirmiş olacak. Kötü bir tesadüf neticesinde, harem halkı da yıkanırken… Hünkâr, lâfımı keserek, o kalın sesiyle: - «Anladım, paşa, anladım…» dedi. Ben de içimden, Padişahın hem vehmini kançlık duygularının önüne geçtim, diye düşündüm. mit birdenbire : - «O halde, hamamı yıktırmalı, paşa!» Sözlerini söylemesin mi? İşte o anda, hayretimden donakaldım. Telâşla: giderdim, hem de kıs kançlık duygularının önüne geçtim, diye düşündüm. Fakat Sultan Hamit birdenbire : «O halde, hamamı yıktırmalı, paşa!» Sözlerini söylemesin mi? İşte o anda, hayretimden donakaldım. Telâşla: «Aman efendimiz, dedim. Bu külfete ne lüzum var?… Hamamda yirmi dört saat kükürt yakıldığı takdirde, içeride canlı tek bir mahlük kalmaz, Böylece, şarbonlu sinek, şayet hâlâ yaşıyorsa, ölür, gider. » Hünkâr : - «Peki, paşa.» cevabını verdi. Ben de köşküme döndüm. Birkaç gün sonra, cuma idi. Selâmlık resminde bulunmak üzere Yıldız'a gitmiştim Bir aralık yanıma telâşla Başhekim İsmet Bey (İs- met Paşa) geldi : -«Yaptığını beğendin mi?» dedi. Hakikaten, İsmet Bey görülecek haldeydi. Yüzü mosmordu, ter burnundan akıyordu! Lâkin, benim bir şeyden haberim olmadığı için sordum : «Hayrola?…» Başhekim terlerini sile sile anlattı : -«A birader, hâlâ da soruyorsun. Hamamda şarbonlu sinek var, demişsin. Hünkâr, beni çağırttı. Bu sineği diri olarak tutacaksın, em- rini verdi. Üç günden beri, elimde balık ağından yapılmış bir kepçe, merdivenle kubbelere çıkıp sinek arıyorum! Aksi gibi bir tane de bu- lamadım. Yanımda haremağaları var. Onlar olmasa, dışarıdan bir si- nek yakalayıp Hünkâra götüreceğim. Şimdi de hamamdan geliyorum.» Başhekimin sözlerini dinlerken, gülmemek için kendimi zor tu- tuyordum, Nihayet İsmet Paşaya : «Merak etme, Hünkârla görüşür, onu sinek avlatmaktan vazge- çirtirim!» sözleriyle teskin ettim. Filhakika selâmlık resminden sonra Padişah beni çağırttı. Mevzuumuz malûm: Hamam ve sinek! Hünkâra : «Efendimiz, dedim, İsmet Bey kulunuz beyhude yoruluyor. Zi- ra, mücrim sinek hamamın hararet derecesine tahammül edemiyerek ölmüştür. Evvelce de arzettiğim gibi, ihtiyati bir tedbir olmak üzere, hamamın içinde 24 saat kükürt yakmak kâfidir.» Padişah birçok suallerden sonra razı oldu, Amma. 24 saat yerine üç gün üç gece kükürt yakılmasını irade ederek… Böylece, bu dertten hepimiz kurtulmuş olduk. Hele, başgözde iyi- leştikten sonra, ben külfetin nimetini bol bol aldım. Bir müddet sonra kurban bayramı gelmişti. Arife günü bu nazlı hastam, Çiftehavuzlar'- daki köşküme bir kese altınla birlikte dört büyük koyun gönderdi. Meşrutiyetin ilânına kadar bu suretle her sene kurbanlık koyunlarım Yıldız'dan gelirdi
·
45 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.