Bunları düşünürken, bir büyünün avucunda ve uzaktan kontrol edilen biri gibi, hiç yapmadığım bir
şeyi yapmış, Müzeyyen’e ait bir dosyayı karıştırmış ve bir fotoğraf bulmuştum. Müzeyyen ve kocası,
ufaklık tırtıl kadar ve kucakta iken birlikteydiler.
İçimde bir zehir birikti. Dilimin ucunu bir şeyler yaktı. Döndüm, “Zehir,” dedim zehre, “bana fazla
geliyorsun, kaldıramam ben seni.”
Bir köz kuyusunun dibine bağdaş kurup oturdum. Fark ettim ki, ilk kez, ne bir tarafım, ne öbür
tarafım, sadece ben ve külsüz, dumansız yangınım, dört yapraklı yonca, boru otu veya ayçiçeği gibi,
tek taştan oyulmuş mücevher gibi, yekpare, kendisi ve bitarafım.