On yaşındaydım, eve bir telefon geldi. Telefonun ilk saniyelerinde annemin gözünden yaş geldi,
telefonu babama verdi, sonra babam hüngür hüngür ağladı. Çözemedim, bilemedim, can acıtan bir
şeydi, soramadım da ne oldu diye. Apar topar giydirdiler bizi, valiz hazırladılar, doğru memlekete...
Otogarda otobüse bindik, Diyarbakır’ın yolunu tuttuk, ben ve abime hâlâ bir şey söylenmemişti...
Uyumuşuz otobüs içinde...
Sabah oldu, babam ve annemin gözleri kırmızıydı, bambaşka birileri olmuşlardı... Artık yavaş
yavaş korkmaya başlamıştım. Amcamların evine geldik, babam ağlayarak diğer kardeşlerine sarıldı,
ama bir amcam yoktu, o amcam vefat etmişti...
İradesi ve sabrıyla tanıdığım babam hüngür hüngür ağlıyordu, o ağladıkça içimdeki korku yavaş
yavaş artıyordu, hayatımda ilk defa ölümle yüzleşiyordum, hayatımda ilk defa ölümün acı yanını
görüyordum, hayatımda ilk defa bir gerçeğin ne kadar acı verdiğini görüyordum...
Babamı salona aldılar, ağlamaya devam ediyordu, çok ağlıyordu... Dibine çöktüm, gözyaşlarını
silmek istedim, baba bana bak dedim, niye ağlıyorsun dedim... Hıçkırıkla ağlamaya devam etti.
“Oğlum...” dedi. “İnsanın kardeşi ölmüş nasıl ağlamasın?”
İçimden soğuk bir rüzgâr geçti, her yerim titredi... Ölümü tanımıştım, bir an abimi düşünmüştüm,
ölümü anlamıştım, babamı anlamıştım, sarıldım babama, hüngür hüngür ağladım... Yerdeki halı
desenlerine bakarak hüngür hüngür ağladım, bakamadım yüzüne babamın. Küçüktüm ama artık
biliyordum, ölüm var...