Aşka şüpheyle bakanlar, bu duygunun insanlar arasındaki farklılıkları yok edip, tarafların birbiri içinde eriyerek neredeyse tek kişiye dönüşebilmesini eleştirirler haklı olarak. Bu şüphe, benzeriikierin farklılıklardan daha kolay kabullenilir olmasından kaynaklanır (tanıdık olanı yeniden keşfetmemiz gerekmez), çünkü tanıdık olanı keşfetmeye yelteniriz, bizi tedirgin edene yüzümüzü döneriz genelde. Yani aslında duyduğumuz aşkı yetersiz malzeme üzerine temellendirir, bu cehaleti de arzularla örtmeye çalışırız. Oysa aşkı eleştirenlerin de işaret ettiği gibi, zaman bize gövdelerimizi ayıran tenin yalnızca fiziksel bir sınır olmadığını, aşmaya çabalamanın gereksiz olduğu daha derin, psikolojik ayrımların taşıyıcısı olduğunu gösterir.
Dolayısıyla, olgun bir insan ilk görüşte aşık olmaz. Aşık olmak, insanın atlayacağı suyun ne kadar derin olduğunun bilincinde olmasıyla başlar. İki insan, kendi geçmişleri ve siyaset, sanat, bilim ve yemek üzerine düşüncelerini paylaştıktan sonra ancak birbirlerini sevmeye hazır hale gelirler; bu yakınlık, karşılıklı anlayış temeline oturur. Böylesi olgun ilişkilerde, kişi eşini gerçekten tanıdığı zaman serpilip büyümeye başlar aşk.