Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Bazı meselelerden, kişilerden geçmek güçtür. Varlığı hatırlanmaz da yokluğu... Bilirsiniz. Erlend Loe, "Varlığını pek düşünmüyorsun ama yokluğunda bir şeylerin eksikliğini hissediyorsun." derken bundan bahseder. Hayat sevgili okur. Varlar, yoklar; geçiyor bir şekilde. Güzel bir hafta olması dileğiyle, var olun.
Erlend Loe
Erlend Loe
-
Mal Sayımı
Mal Sayımı
Çevirmen:
Dilek Başak
Dilek Başak
, Yapı Kredi Yayınları, s.26-28 Nina daha önce hiç böyle bir durumda kalmamıştı. Tanımadığı biri, yüzüne karşı utanmazca yalan söylemişti. Tabii ki daha önce de ona yalan söylenmişti, insanlar hep yalan söylerdi. Ama hiç tanımadığı birinin yalan söylemesi bir bakıma daha çok canını yakıyordu. Akademika’dakilerin eleştirileri okuduğu ve Boğaziçi’yle ilişkilendirilmek istemedikleri sonucuna vardıklarını düşünüyordu Nina. Bu durumda haksız sayılmazlardı. Ama davet davettir. İnsan bunu öylesine geri alamazdı. Madem öyle, Nina'nın hoşnut olmadığını, bu durumun içine işlediğini, sadece o günü mahvetmekle kalmayıp sonraki günleri de kararttığını, belki de tüm sonbaharını berbat ettiğini anlamak zorundalardı. Nina dükkândan çıkan bir erkek öğrenciyi durdurdu, “Dükkân sizce her zamanki gibi açık mı?” diye sordu. Evet, ona göre öyleydi. Dükkânın bazı bölümleri kapalı mıydı? Hayır, sanmıyordu. Nina, vitrin boyunca ilerledi. İçeride her yerde alışveriş yapılıyordu. Arka tarafa geçti ve ikinci girişin olduğu bir alt kata indi, ders kitapları katına. Burası kapalıysa, kin tutmadan her şeyin yerli yerine oturması için yine de bir şans var demekti, belki de orada okuma yapmasının uygun olacağını düşünmüşlerdi, beyin ya da evren üzerine popüler bilimsel kitaplar ya da medya bilimleri ya da teoloji bölümlerinin okuma listesindeki kitaplar arasında. Kitaplar kutuların içinde duruyordu, belki yeri kaplıyor, mekânı çirkinleştiriyordu; Nina bunu da anlayabilirdi, insan narin bir şiir okurken bir yandan kitaplar sayılamazdı, olacak bir iş değildi yani. İçeri girdi, bedava gazetelerden birini aldı, kasaların önünden geçerken şapşal bir hareketle bununla yüzünü kapattı. Tanınma ihtimali çok düşüktü çünkü orada çalışanlar gençlerdi ve 1970'li yılların şiirlerini garanti okumamış olmalılardı, yine de tedbiri elden bırakmamalıydı. Psikoloji, tarih, dilbilim ve bir dizi konu alanını geçti, bunlar ona bir zamanlar fırsatı varken doğru dürüst bir şey olabileceğini düşündürdü, bu üniversitede edebiyat eğitimi almış ve birkaç sömestr de başka birkaç önemsiz şey okumuştu ama sonra yazın olayı öne geçmişti ve hayat alıp başını gitmişti, şimdi bu binlerce kitap ona her şey nasıl da bambaşka olabilirdi, bunu hatırlatıyordu. Dükkânın en arkasında üzerinde isim plaketleri yazılı birkaç oda gördü. Bjørn Hansen’in adını tanıdı. Kapıyı çalmadan odasına daldı. Ofis boştu ama bilgisayar açıktı, bir bisiklet kaskı ve üzerinde bir sürü kedigözü olan sırt çantası Bjørn Hansen’in oralarda olduğuna işaret ediyordu. Nina onun ofis koltuğuna oturdu ve bekledi. Dakikalar geçti. Bjørn Hansen içeri girdiğinde ona ne diyeceğinden pek emin değildi ama orada oturmayı çok doğru buluyordu. Şairlere nasıl davranılacağının da bir sınırı vardı gerçekten. Bir süre sonra Nina odaya yaklaşan adımların sesini duydu, kapı açıldı. Görünüşe bakılırsa Bjørn Hansen ellilerinde, sakallı, göbekli pantolon askılı, hımbıl bir tipti. Elinde bir sigara paketi ve çakmak vardı Nina adamın sigara molası verdiğini anladı ve bu onu sinirlendirdi. Düzgün insanlar sigarayı bırakmaya çalışırdı, Nina da pek çok girişimde bulunmuştu, hatta bazen bunu becerdiği bile olmuştu ama Bjørn Hansen bu mıymıntı herif, fazla kiloları, şimdiden sararıp solmaya, ceset gibi olmaya başlamış şişko suratıyla tehlikede olduğunu herkesin görebilmesine rağmen sigarayı bırakmıyordu. Bjørn Hansen Nina’yı görünce o kadar şaşırdı ki dosya dolabına yaslandı. Bu tepki Nina’ya bilmesi gereken her şeyi anlattı. Bu kişi, vicdan azabı çeken, suçlu, arsız biriydi. “İptal ettiğimizi sanıyordum,” dedi. “Mal sayımı nerede?” dedi Nina. “Ben sayım falan görmüyorum.” “Bunun tuhaf gözüktüğünü anlıyorum,” dedi Bjørn Hansen. “Ama her şey mantıklı bir şekilde açıklanabilir.” “Bunu duymayı sabırsızlıkla bekliyorum,” dedi Nina. “Bir bardak kahve ister misiniz?” diye sordu Bjørn Hansen. “Hayır, teşekkür ederim,” dedi Nina. “Böyle bir seansın olmasına hiçbir şeyin mani olmadığı ortadayken neden sizde okuma yapmamı istemediğinizi bilmek istiyorum sadece.” Bjørn Hansen koltuğuna baktı ama Nina yerinden kalkmadı. Bjørn Hansen'in pekâlâ ayakta durabileceğini düşünüyordu. Ayrıca odadaki en yaşlı insan da kendisiydi. “Bu durum ne yazık ki birtakım talihsiz yanlış anlamalardan kaynaklanıyor,” dedi. “İlkin bugün mal sayımı yapılacaktı, taa nisanda karar verilmişti, sonra yapmayacağımıza karar verildi, ama sonra dün, yönetim bir kez daha karar değiştirdi.” “Peki.” “Sonra birdenbire mal sayımı yapılmayacağına karar verildi.” “Yani bir kez daha mı karar değiştirdiler?” “Evet.” “Çok acayip doğrusu.” “Anlıyorum. Ve bundan dolayı da böyle oldu, dediğim gibi, özür dilerim.” “Ve tüm bunlar bugün sabah saatlerinde oldu, öyle mi?” “Evet, öyle.” “Kusura bakmayın ama buna inanmıyorum.” “Sizi kandırmakla elimize bir şey geçmez. Neden sizi kandıralım ki?” “Bilmiyorum. İnsanların neyi neden yaptıklarını tahmin etmeyi bıraktım artık. Pek çok neden olabilir. Benim bu işten anladığım sadece, sizin okuma yapmamı istediğiniz ve kitabımın birkaç talihsiz eleştiriye maruz kaldığı gün bunu iptal ettiğiniz.” “Bunun tabii ki eleştirilerle bir ilgisi yok. Ben onları görmedim bile. Aftenposten’daki hariç. Ama o kadına hiç güvenim yok zaten.” “Aftenposten mi?” dedi Nina. Cato bunun hakkında bir şey dememişti. Bilmiyor muydu yoksa bu bilgiyi saklamış mıydı? “Evet, bugün çıkmış,” dedi Bjørn Hansen. “Birinci sayfadan duyurmuşlar üstelik. Ama insanlar çeşit çeşit. Kimi anasını kimi kızını beğenir, öyle denmez mi?” Bjørn Hansen bu noktada güldü, asabiyetini, Nina'nın hoşlanmadığı neşeli bir kahkahayla örtbas etmeye çalıştı.
··
217 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.