Varoluşumuz, terk edemeyeceğimiz, ebediyen bağlı olacağımız bir doluluk.“ Kendi “ben"imize çakılıyız; başkalarından önce kendimizin kölesiyiz. Ne yaparsak yapalım kendimize dönüp geliyoruz. Bu, bizim insan olma trajedimiz. Bu trajediden, varoluşun ağırlığından bir nebze olsun kurtulmak için oyun ve eğlence gibi haz stratejileri çok işe yaramıyor. Ancak başkasının varlığı içinde eriyebilirsek, tutkumuzu bir başkasına yöneltebilirsek biraz nefes alabilme şansımız var. Aşk, varoluşumuza tam da bu noktadan sızıyor. Varoluşçu bakış açısından aşka doğru gidişimizi en iyi böyle açıklayabileceğimizi düşünüyorum.