Aslında öyle çok bir beklentim yok hayata karşı. Şey olsun mesela. İnsanlardan uzak bir yerde küçük bir ev, bahçesi olsun ama. Bir de ufak köpeğim. Böyle evin içine, her bir yanına yaptığım kahvenin kokusu sinsin. Bir odam kütüphane olsun, içinde dolu kitaplar olsun. Böyle her nefes alışımda huzurun kokusu dolsun ciğerlerime, nefes alışımın ne kadar anlamlı olduğunu hissedeyim. Soba olsun içinde. Çok seviyorum sobalı evleri. Lambam kapalı olsun hep, antika gemici fenerim olsun bir tane. O yansın. Ateşin çatırtısı dolsun kulağıma. O ses eşliğinde, elimde kahve fincanımla evin içinde dolaşmak bile haz versin bana. Televizyon açık olsun, sesi kısık. Arkada ahşap sehpanın üzerinde duran pikapta Müslüm Gürses’in “unutamadım” şarkısı çalsın plakta. Camdan dışarıyı seyredeyim. Yağmur yağsın mesela bir anda. Yönümü dışarıya çevireyim. Eskimiş ahşap kapımı örtme gereği duymadan çıkayım bahçeye. Arkamdan hâlâ sesi gelsin malum şarkının. Ceviz ağacına yaptığım ipten salıncağın, ahşap yerinden akan yağmur damlalarına takılsın bakışlarım. Bir süre öyle kalayım. Biraz düşüneyim eskileri. Hüzünleri, kayıpları, geçip giden seneleri. Üşüyeyim sonra. Dalıp giderken unuttuğum kahvemi hatırlayayım, bir yudum içmek için götüreyim fincanı dudaklarıma. Soğuk ve acı tat girsin boğazıma. Yüzümü buruşturayım. Hep de böyle olur zaten. Kaşlarım çatık, içeri gireyim. Kapıyı kapatayım. Mutfak tezgahına bıraktığım fincanın tok sesi düşsün havaya. Sobalı odaya geçip ısıtayım yağmurun ve eskimiş zamanın üstüme sinen soğukluğunu. Zaten soba da sönmüş. Köpeğim de kanepeye tünemişçesine. Şimdi söndüreyim feneri. Gerçeklere uyanma vakti.
~Cihan