Gönderi

Nakşibendiyye’nin ve genel olarak İslâm’a bağlılık ve inancın varlığını sürdürmesi olgusu, birçok batılı araştırma bunun öyle olduğunu ortaya koyuyorsa da, şaşırtıcı değildir. Türklerin İslâm’a bin yıllık bağlılıkları, elli yıllık vasat ve elitist hükümet tarafından unutturulamazdı; Türklerin geleneksel hayatında en önemli unsuru teşkil eden sûfî tarîkatları, yasaklı oluşlarına göğüs gerip zorunlu olarak yaşamaya devam edeceklerdi. Bu devam ediş; bir ‘kimlik bunalımı’nın veya ‘modernizasyonun karmaşıklıkları’na naif ve basit ruhlu kişilerin reaksiyonunun bir sonucu olarak tasavvur edilemez. (Gerçekte, sadece küçük bir polemik mübalağa ile şu savunulabilir: Türkiye’de kültürün laikleştirilmesi esas olarak kültürün vulgarizasyonudur; bu sebeple İslâm’a, özellikle de sûfî tarikatlara bağlılık, çağdaş Türk kültüründe bulunmayan bir zenginlik ve farklılık unsuru sağlamaktadır.) Muayyen sosyo-ekonomik gelişmelerin ikincil bir neticesi olarak da düşünülemez: Sûfî tarîkatları şehirlerde, kasabalarda ve köylerde mevcut olup bu tarîkatların mensupları hem zengin, hem fakir, hem tahsilli, hem de okumamış kesimlere ait olabilmekte ve böylelikle de yüksek derecede parçalanmış bir toplumda birleştirici bir rol ifa etmektedirler. (Farklı sosyal tabakalara mensubiyet olgusuna bazı Nakşibendî gruplarında farkına varılabilir; ancak bir bütün olarak tarikattaki mutlak mensubiyet silsilesi karşısında sınıf analizi teşebbüsleri zorunlu olarak başarısızlıkla sonuçlanacaktır.)
Sayfa 444Kitabı okudu
25 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.