Graham Green’inkini saymazsam,
bugüne dek hemen hiç polisiye roman okumamıştım. Graham Green’in
yazdıklarına da polisiye roman denilir mi?
6-7 Eylül olayı dolayısıyla bulunduğum Harbiye Cezaevinde okumuştum
Graham Green’i, Adeta unutmuşum okuduğum o romanını.
Dört dörtlük bir yazın yapıtıydı.
Gerilimliydi daha başında…
Polisten kaçan bir adam vardı.
Yazar bu kaçışı ne güzel, ne denli gerilimli
ve ustaca vermişti.
Etkilenmiştim o romandan.
Bence o polisiye roman sayılmaz.
Ağırlığı polis olayı diye bir romanın
polisiye sayılması bence doğru değil.
Öyleyse nedir polisiye roman?
Polisiye romanın biçok nitelikleri sayılabilir. Ama bence en başat niteliği biçok katil,
cani yada hırsız adayları arasında
“suçlu kim?” bulmacasını kitabın
son sayfasında çözümleyen yapay bir
yazı kurgusudur. Yazar, sunduğu biçok
suçlu adayı arasında, okurlarına
şaşırtmaca verir. Ve ne denli çok şaşırtmaca verebilirse polisiye roman yazarlığında
o denli usta sayılır.
Tanıdıklarım arasında Agatha Christie’nin romanlarını okumayan hemen hemen
yok gibi, öyle ki yavaş yavaş bana yaşlı
İngiliz kadınının (galiba geçen yıl ölmüştü) romanını okumamak bir eksiklikmiş
gibi gelmeye başladı.
Dünyada kitapları çok satan yazarların başında geliyor.
Gerçekten okumam gerekirdi,
Agatha Christie’nin romanlarını.
Ben onun Fare Kapanı adlı oyununu
on-onbeş yıl önce seyretmiştim.
Polisiye oyun olarak gerçekten ilginçti. Duyduğumuza göre, Londra’da bir
tiyatroda sanırım onbeş yıldan beri
sürekli oynanıyormuş. Fare Kapanı oyunundan dolayı, yazarın lehine
bir önyargım da var. İşte bu duygularla okumaya başladım Dersimiz Cinayet
diye çevrilen Murder on the Lirikil.
Tam çevirisi sanıyorum “Bağlantılar Üzerine Cinayet” yada “Çok Bağlantılı Cinayet”
falan gibi bişey.
Evet… Tam bir polisiye roman.
Biçok katil adayı. Yazar, okurunu katil adaylarının hepsinden kuşkulandırmavı başarmış. Yalnız katil sanıkları çok değil, maktul de iki tane…
O denli az okudum ki polisiye roman… Polisiye filmlerde de, romanlarda da gerçek katili bulma yeteneğim hiç yoktur.
Kimileri daha filmin yada romanın
başında gerçek katili ayırt ediyorlar.
Ben romanın sonunda yazar açıklayıncaya dek katili tanıyamam. Hatta kimi polisiye filmlerde filmin sonunda bile,
kesin olarak katil belirlenmemiş de
seyircinin anlayışına bırakılmışsa,
birlikte filmi seyrettiklerimize katili
sorduğum olur. Üstelik ben bir de bir polisiye (sözde polisiye) roman yazmıştım.
Düğümlü Mendil adlı o romanım, haftada
iki kez çıkan Gavsi Ozansoy'un Harman gazetesinin tirajını da artırmıştı.
Agatha Christie’den okuduğum bu ilk
romana bakarak —ki iyilerdenmiş—
insanların nasıl olup da polisiye roman okuma alışkanı olduklarına büsbütün şaştım. Neye yarar polisiye roman?
Bence hiçbişeye…
Oysa aklı başında, toplumun değer verdiği kişiler, ünlüler de polisiye roman okurlarmış. Onlara göre polisiye roman dinlendiriciymiş. Bibakıma oltayla balık tutmak gibi bişey… Satranç ne denli zekâyı geliştirirse,
polisiye roman da o kadar dinlendirir insanı. Yani ne satranç zekâyı geliştirir,
ne polisiye roman insanı dinlendirir.
Öyleyse nedir kimi insanların, hem de
sayıları kabarık aydınların polisiye romanlara düşkünlükleri? Bence bunun bir psikolojik nedeni var, çok çok derinlerde bir neden. Bilinçaltı değil de bilinçdışı bir neden.
Bu nedeni polisiye roman okuma
düşkünleri de bilmezler sanırım.
Öyle sanıyorum ki her insanın diyebileceğimiz denli çok insanın içinde cinayet işleme
isteği gizli. Çocukluğundan- beri düşman olduğu, kızdığı, kendisine haksızlık eden
yada ettiğini sandığı bitakım insanlar var.
Ta içinin içinden bu insanları öldürmek istiyor. Belki de bu isteğinin ayırdında bilincinde bile değil.
Bu gizli isteğini yasa korkusundan,
toplumun ahlak baskısından, kendisinin ahlaksal eğitiminden, yada cinayete
elverişli olmayan kişiliğinden, korkaklığından, insancıl düşüncelerinden, şundan
yada bundan, herhangi bir nedenden gerçekleştiremiyor. İçinde gizlice varolup
da bitürlü gerçekleştiremediği, gerçekleştirmeye yüreklenemediği,
hatta gerçekleştirmeyi düşünmeye bile niyetlenemediği cinayet edimini bir polisiye romanda gerçekleşmiş görünce gizli
doyuma kavuşuyor. O polisiye romanda cinayeti işleyenle özdeşleşiyor.
Yada tersi, cinayeti bulan polisle özdeşleşiyor; bu da kendisinin düşmanlarınca öldürülmesine karşı bir gizli önlem oluyor.
Bence insanlardaki, hem de akıllı insanlardaki bu saçma polisiye romanları okuma akılsızlığının gizli nedeni bu…
Bu romanı okuyunca nasıl olup Agatha Christie’nin romanlarının bu denli çok sattığına hem şaştım, hem de çok satışının nedenini anladım. Önceleri biyerde okumuştum, Agatha Christie’nin romanları dünyada ençok basılan kitaplardan biri, sanırım üçüncü-dördüncü filandı…
Incil, Lenin, Shakespeare’dan sonra geliyordu sanırım. Ama neden biraz daha yazınsal düzeyde yazmamış bu romanlarını
Agatha Christie? Neden içine gerçek insanı, psikolojiyi koymamış, neden romanına derinlik vermemiş Graham Green gibi?..
Belki o zaman romanları şimdiki
gibi çok satmazdı.