Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

198 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
2 saatte okudu
Bir Ferit Edgü ağıtı
YouTube kitap kanalımda Hakkari'de Bir Mevsim kitabını önerdim: ytbe.one/b1teQgT1toE Hakkari'de Bir Mevsim kitabına yapılan incelemeler benim için ikiye ayrılır: Öğretmenler tarafından yazılanlar ve öğretmen olmayan kişiler tarafından yazılanlar. Bu inceleme öğretmen olmayan bir kişinin bakış açısından yazılmıştır. Yokuş aşağı merdivenlerden iniyoruz. Tepemizden kafamıza, yüzümüze inadına düşen bir yağmur, omuzlarda taşınan onlarca yılı inadına daha da ağırlaştırıyor. Kulak misafiri olmaktan kaçınamadığım bir ses ise arkamdan kendimden kaçmaktan yorgun düştüğüm bana : "Kaç kaç nereye kadar, kara toprağa gireceük bir gün." diyor. Kara toprak. Kapkara. İçindeyken kendisinden başka hiçbir şeyin görünmediği zifiri karanlıkta bir mekan. Edgü de sanki bunu bilircesine kitabında "Ne kadar kısa yaşıyoruz, ne kadar uzun ölüyoruz." diyor. Sanki Hakkari'de Bir Mevsim'i okumaya başladığım gün dedemin vefat ettiğini bilircesine bana sesleniyor gibi. Sanki bugüne kadarki yaşamım 1 saniye uzunluğundaymış da sadece bugünüm fragmanı önceden hazırlanmamış bir film gibi. Hakkari'de Bir Mevsim, kendimizi ararken onları/başkalarını/başka insanları bulduğumuz hayat hikayelerinden sadece biri. Çünkü ancak ölümle karşılaştığında düşünüyor insan etrafında olup bitenleri tam olarak sorgulayamadığını. Ancak o zaman tekrar dank ediyor kafasına bazı ölümlerin hiç sorgulanmadığını -sorgulanmaktan bile kaçınıldığını-, bazı kefensiz gömülen bebeklerin ve Doğuda doktorsuz ölen kulların Selda Bağcan'ın da dediği gibi gazetelerde hiç yazılmadığını ve siyahın bir tutam toprağa, küçük bir sınıfa, hayat boyu bir kadere, aklı başında insanların dünyasında çıldırmalara bir sıfat olarak gelebilecek bir kelime olabileceğini. Sanki Doğu'ya doğru gidildiğinde geriye kalan yol ile dertler arasında bir ters orantı var. Ne kadar Doğu, o kadar dert. Ne kadar Doğu, o kadar umursamazlık ve imkansızlıklar. İnsanların o zaman bir bildiği vardı. Her şey ulu orta bahsedilmezdi, elalem denilen batıl inancın duyma olasılığı vardı. Böylece dertler her zaman içlere atıldı. Sadece dedemin dertlerini duyabilmiştim ben de bugüne kadar. En azından yüreğimle dinleyip hissettiğim ve anılarına değer verebildiğim tek o vardı. Çünkü kitaptaki gibi sırtında neden tüfek olduğunu sorgulamayan insanlar gibi o da elinde neden tüfek var sorgulamıyordu. Sorgulamasına gerek de yoktu. Ferit Edgü de öyle diyordu zaten : "Hiçbir şey alınyazısı değildir, yavrularım. Bu kadar." Denize kıyısı olan bir şehirde yaşayan bir insan olarak deniz denilen şu uçsuz bucaksız doluluğu her gün göreceğimin garantisi var iken Ferit Edgü'nün Hakkari'de Bir Mevsim'iyle beraber denizsiz ve sürekli deniz özlemi çeken bir adam olmuş iken sorunum sadece kendimi başkalarının yerine aynı okuduğum şu şiirsel romanın öğretmeni gibi çok iyi koyabilmemdi. Dediğim gibi, "Seni senden iyi tanıyorum." cümlesini kurabileceğimiz insanlarla olabilmek için aslında ne diğer insanlarla konuştuğumuz dilin aynı olması ne de giyindiğimiz, yediğimiz, içtiğimiz şeylerin aynı olması gerekiyordu. Dert ortaklığıydı bu işte. Dertlerin ortak bir diliydi sanki bu kitap. Nasıl ki bir Magna Carta 1215 yılında kralın ilk kez yetkilerini sınırlandırabilmişse, Ferit Edgü de Hakkari'de Bir Mevsim'iyle 1977 yılında valilerin, muhtarların, üst kısımdakilerin yetkilerini sınırlandırmıştı. Denemişti ana karakter. En azından denemişti, diğerlerinin yapmadığını yapmıştı. Dertlerin en derinini, en siyahını, en çaresizini koymuştu önümüze çünkü. Çaresizlikti çünkü coğrafi terimlerden izole olan tek şey. "O" en azından bu çaresizliği aşmayı denemişti, diğer kimsenin denemediğini. Siyah ise en güzel renkti hala. Siyah her zaman en güzel renkti. Hiçbir şekilde pas vermeyen, rengini belli etmeyen, ne sol ne sağ ne orta ne düz hiçbir yönü olmayan, üstünden milyonlarca çeşit renkte bitkiler çıkıp da milyarlarca ölüyü besleyip, bağrına basıp, bütün dertlerini içine çekip hala olgunluğunu koruyabilen bir renkti "o". Fakat biz ölen bebeleri, kefensiz gömülmeye maruz bırakılan bu kitaptaki ve şu düşle gerçek hayatın arafındaki bütün bebekleri unuttuk. Umursamadık. Umursamamız için bir sebebimiz yoktu. Ev sıcak, karınlar toktu. Hal böyleyken kendimizden başkalarını düşünmemiz için de bir fırsatımız yoktu. Hakkari'de Bir Mevsim, hem Edgü'yü hem de kendinizin hayat gerçekliklerini tanıyabileceğiniz bir kitap. Eminim ki Edgü de siyah rengi benim sevdiğim kadar seviyordur. Arayış, arayış ve arayıştır siyah. Kendinle barışıklıktır daha doğmamış bir bebekken gözlerimizin açılmadığı ve henüz ölmüş birinin gözlerini kapadığı o bilinmezlik gibi. Çünkü kapkara bir toprağın, evet evet kapkara bir toprağın, dert dolu, yağmur dolu, sevgiliye, mescide, savaşa, günaha, eyleme yürüyen ayakların sesleriyle dolu kapkara bir toprağın rengi nasıl sevilmezdi?
Hakkari'de Bir Mevsim
Hakkari'de Bir MevsimFerit Edgü · Sel Yayınları · 201710,2bin okunma
··
2.138 görüntüleme
Ayşegül Demiröz okurunun profil resmi
Şiir gibi bir romana şiir gibi bir anlatım. Teşekkürler Oğuz.
Damlanın Kitapları okurunun profil resmi
Yüreğinize, kaleminize sağlık. Çok güzel bir inceleme olmuş
15 öğeden 11 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.