Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

1915’in bahar ayları olacak. Yukardan, Osmanlı ordusunu bozmuş, Rus ordusu Süphan dağının oralardan top sesleriyle birlikte köye akıyor. Top gülleleri köyün içine düşüyor. Güllenin biri de tam köyün ortasında büyük bir çukur açıyor. Çukurdan sıcak sular fışkırıyor. Top gülleleri gittikçe sıklaşıyor. Gölün içine de düşüyor. Gölden minare boyu sular fışkırıyor göğe doğru. Bir anda köy toparlanıyor, göç başlıyor. Doğuya, Bendimahi suyuna doğru yürüyorlar. Yolda, el ele tutuşmuş, Hazalla Zübeyde, ikisi de yakın akrabamız. Zübeyde sonradan Tahir amcamın karısı oluyor. Bir top güllesi parçası geliyor kızların biribirine tutuşmuş ellerini alıyor götürüyor. Bendimahi köprüsüne geliyorlar ki, ne görsünler, ortalık kıyamet günü. Köprünün önüne insanlar yığılmış, taşmış… Millet köprüyü geçmek için biribirini kırıyor. Rus ordusu da arkalarında, gölü, üst başlarındaki Esrük dağını, ortadaki düzlüğü toplar durmadan dövüyor. Yaralananlar, ölenler, kalabalıkta ezilenler… Ortalık toz duman… Ferman okunmuyor. Yorganlarını, döşeklerini suya atıp üstünden geçmeye çalışanlar. Bir ara Luvan aşiretinin, yani bizim aşiretimizin Beyi olan babamın amcası Gulihan Bey babamı çağırıyor: “Buraya gel, Sadık,” diyor. “Git de gölün kıyısındaki Hüseyini al gel. O, seni dinler, onu getirirsen ancak sen getirirsin.” Babam gerisin geri yola düşüyor. Hüseyin Bey, babamın amcalarından birinin oğlu. Çok yakışıklı bir insan. Önce Vanda okuyor. Orasını bitirince İstanbula gidiyor. Oradaki yüksek okula giriyor. Birkaç yıl sonra köye dönünce bir tuhaf bir insan oluyor, hiç kimseyle, en yakın arkadaşı olan babamla bile ancak birkaç sözcük konuşuyor. Bir de her sabah tanyerleri ışımadan köyden çıkıyor, gölün üstündeki bir kayalığın üstüne oturuyor, gözlerini de suya dikiyor. Babam, arkasından köylüler onu izliyorlar, durumu görüyorlar. Babam birkaç kez onunla konuşacak oluyor, Hüseyin Beyse babama, en yakın akrabasına, sevdiği arkadaşına bir karşılık vermiyor, ona bir sözcük bile söylemiyor. Sonra köy işin aslını öğreniyor. İstanbulda, padişahlar şehrinde, periler sarayında Hüseyin Bey bir peri kızına karasevda bağlamış. İstanbulda, periler sarayında öyle kolay kolay buluşamıyorlarmış. Kız demiş ki Hüseyin Beye, sen git Vana, ben de oraya gelirim. Hüseyin Bey düşmüş yola, bir beklemiş, iki beklemiş kızın ne geldiği var, ne de geleceği. Özleminden köyde duramaz, ya Esrük dağını dolaşır ya da gölün kıyısında gezinirmiş. Bir gün gölün kıyısından sevinçle dönmüş. “Gelmiş, geldi, geldi, geldi, geldi,” diye bağırmış. “Onun geleceğini biliyordum, biliyordum.” Ondan sonra Hüseyin Bey gölden artık hiç ayrılmaz olmuş. Her şafak vakti göle geliyor, kayalığın üstüne, aynı yere oturuyor, gözlerini de göle dikiyor, kırpmadan ortalık kararıncaya, göz gözü görmez oluncaya kadar gözlerini gölden ayırmıyormuş. Bu macera yıllar yılı sürmüş. Hüseyin Bey, gözlerini gölün sularına diker dikmez, gölün üstü aydınlanıyor, ışıkla doluyor, o ışıkların içinden peri kızının yüzü ortaya çıkıyor, Hüseyin Beyin yüzünde de, kızı görür görmez güller açıyor, yüzü sevinç içinde kalıyor, mutlulukla doluyormuş. Herkes gibi Bey de duymuş bu işi, “Bırakın, delikanlıya dokunmayın, bu işin başka bir hal çaresi yok, böyleyse böyle,” demiş. O gün tanyerleri ışırken, bakmışlar ki, Hüseyin Bey gene yatağında yok. Babası demiş ki, “nasıl olsa ilerdeki kayasının üstündedir Hüseyin, oradan geçerken gider onu alır, öyle gideriz.” Babam Hüseyin Beyin kayasına varıyor ki, ne görsün, dizleri tutmuyor, oraya, kayanın üstüne çöküveriyor. Karşısındaki gölde de Hüseyin Beyin ölüsü yüzüyor. Babam gelmiş Beye, “ölüsü gölün sularında yüzüyor Hüseyinin,” demiş. Arkadan düşman bastırıyormuş. Gidip de Hüseyin Beyin ölüsünü alıp gömmenin olanağı yokmuş. Bey çok olgun, İstanbulda okumuş, Mirmiran rütbesini taşıyan bir paşa olmuş kişiydi. “Bırakın, olduğu yerde kalsın, Hüseyin,” demiş, “onun yeri orasıdır.” Bundan sonra, Hüseyin Beyin denizde kalan ölüsü üstüne türküler, ağıtlar, destanlar çıkarıldı. Efsane yolda gittikçe büyüyor, dal budak salıyor. Ben Abdal Musa adındaki ailenin dengbejinden Hüseyin Beyle peri kızı destanını çok dinledim. O sabah, Hüseyin Bey sevgilisi peri kızıyla vedalaşmaya gidiyor, kızın yüzü her zamanki gibi suyun yüzüne çıkıyor. Hüseyin Bey ona hayran bakıyor. Sonra da ağlamaya başlıyor. Kız ona ilk olaraktan sesleniyor: “Neyin var, bugün yüzün karanlık, derdü bela içinde. Bunca yıl seni hiç böyle görmedim. Biz seninle bunca yıl aşk içinde, içimiz sevda dolu, içimizde mutluluk, bitip tükenmeyen… Bu ne hal?” Hüseyin Beydir konuşmaz. Kız, üstüne üstüne gider. “Duymuyor musun top seslerini, bizim köyün hepsi kaçtı, ben de sana allahaısmarladık demeye geldim. Haydi allahaısmarladık. Kavuşmamız öteki dünyaya kalsın.” Kız, “biz biribirimizden ayrılamayız. Ben bir peri kızı, sen bir insanoğlusun ama, Allah bizi biribirimiz için yaratmış.” Ve tanyerleri ışırken kız gölün sularının içinden sıyrılmış çıkmış. Çırılçıplak, göz kamaştırıcı, peri kızıymış ki peri kızı… Hüseyin ona orada bakmış kalmış. Yerinden kıpırdayamamış. Kız Hüseyin Beyi elinden tutmuş, “İşte bizim yerimiz burası. Biz biribirimizden ayrılamayız.” Almış onu gölün içine götürmüş. Başka bir türküde de bu son başka türlü anlatılıyordu. Bu sefer de Hüseyin Bey kızı denizden (bağışlayın, Kürtler Van gölüne hep Van denizi derler, benim de dilime öyle geldi) alıp getirmek için denize atlar. Kızı elinden tutar denizden çıkarır. Yazık ki, gölden çıkan öteki peri kızları ikisini alır geri denizin içine götürürler.
·
20 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.