Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

496 syf.
10/10 puan verdi
11 Aralık 2017 Pazartesi 16:35 Bu kitap, beni hiç beklemediğim bir şekilde etkileyen kitaplar arasında üst sıralara yerleşti. Kitabı kapattıktan sonra başka hiçbir şey okumak istemediğiniz ve sindirmeniz gerektiğini hissettiğiniz kitaplar olur ya, bu kitapta o kitaplardan biriydi benim için. Kitaba başlama hikayem çok farklı, ne okuyacağımı bilemiyordum bir kaç gündür. Sonra bir anda gözüme çarptı, hiçbir şekilde okumayı planlamadığım bir kitaptı. İlk çıktığında yani 2015'te her bookstagram hesabında, her fotoğrafta bu kitabı görüyordum, kapağına bile dikkatli bir şekilde bakmamıştım. Merak bile etmemiş, arka kapağını dahi okumamıştım. Üstünden iki yıl geçtikten, popülerliği azaldıktan sonra en sonunda okudum. Kitap gözüme çarptı ama konusuyla ilgili bir bilgim yoktu. Sonra arka kapak yazısını okumaya başladım. Sadece iki cümleyi. 'Muhteşem bir hayatım vardı. Aşıktım, mutluydum ve istediğim her şeye sahiptim. Sonra bir gün, her şey değişti. Bir adama satıldım!' Geri kalan yazıyı okumadan direkt kitabı okumaya başladım. Aradığım kitap buydu! Her zaman olduğu gibi kitaba başlamadan önce yorum okumadığım için çok memnunum. Çünkü daha kitabın ne anlatmak istediğini anlayamayan, 'Kitabı beğenmedim ama elimden bırakmadan okudum.' gibi cümleler kuran. Sadece +18 sahnelere kendini odaklamış insanlar vardı. Kitabı doğru düzgün okumadıkları, anlatmak istediğini anlayamadıkları bu kitabı Grinin Elli Tonu'na benzetmelerinden belliydi. Okuduğum bir yorumda 'hadi Grinin Elli Tonu'nda kendi isteğiyleydi, anlaşma falan imzalıyorlardı...' gibi bir cümle vardı. Üstelik yazara ve yazdığı karakterlere, vermek istediği duygulara da küfürler edilmişti. Küfür kısmı kendi ayıbı ama böyle bir cümleyi nasıl kurabiliyor? Sormak istiyorum, sen bu kitabı beyninin bütün çakraları açıkken mi okudun? Yoksa önyargılar senin gözünü kör mü etmişti? Bu nasıl bir zihniyet! Sen kitabı tamamen okumadan, profesyonel bir şekilde ne anlattığını anlamaya çalışmadan, gelip böyle hakaret dolu bir yorumu nasıl yazabilirsin? Ve bu yorumu belki okuyarak belki de okumayarak beğenenler var. Çoğunluğun şu her +18 sahne bulunduran romanı Elli Ton serisine benzetmesi durumu beni çileden çıkarıyor. Arkadaşım, senin kitap okuma alışkanlığın yokken, ya da bu tür roman okumadan, bir de ne anlattığının farkında değilken direkt olarak Elli Ton serisini okuduysan. Sonra da bu tür kitaplar gördüğünde yorumuna 'Elli Ton'a' benziyor diyorsan sende sorun var demektir. Oturup kendini bir tart bence, ne okuduğunun farkına var. Artık gerçekten farkına var. Bir de bu kitabın çıkmış olduğu yayınevi var. Bildiğim kadarıyla yayınevi, bu yan yayından çıkacak olan kitapların türünü belirtmiş. Sen böyle ağır şeylere gelemiyorsan, neden alıyorsun? Neden okuyorsun? Hadi yayınevinden haberin yoktu, araştıramadın ve bir bilgin yok. Kitabı aldın, arka kapağını okudun ve kitaba başladın. On ikinci sayfada yazarın kulağımıza çıtlattığı bir durum var. Eğer gerçekten okusaydın bunun farkına varırdın ve bu kitap bana göre değil diyerek okumayı bırakırdın. Tess, on ikinci sayfada 'Benim kanımı kaynatan şeyler kesinlikle masum, sevimli, hoş şeyler değildi. Hatta öyle şeylerdi ki ben bile dile getirme cesaretini bulamıyordum.' diyor açık bir şekilde. Buradan bile bir şeyler anlayabilirdin, sana göre değilse bırakabilirdin. Yani bu kimsenin suçu değil, ne yazarın ne de Tess'in. Bu senin suçun, senin henüz farkında olmadığın, olamadığın şeyler var. Mümkünse bilinçleneceğin zamana kadar böyle romanlardan uzak dur, benden sana tavsiye. Sinirimi bozan şeyleri bir kenara bırakıp kitaba döneyim, kitaba karşı hissettiğim yoğun duyguları nasıl kelimelere dökeceğimi bilmiyorum ama yine de deneyeceğim. İncelemeye başlamadan önce bir itirafta bulunayım. Kitabı bırakmamamın nedeni Tess'i kendime yakın hissetmemdi. Çünkü bende çiçek böcekten hoşlanan biri değilim. Ergenlikten, sevimlilikten haz etmem. Bu yüzden Tess'in hissettiklerini bende hissettim ve kitaba devam ettim. Kitap daha en baştan beni kendine çekti yani. Artık romanlarda masum kızlardan bıkmış durumdayım, saklanan, utanan kızlardan da... Bu nedenle Tess'in gözyaşları bana ilaç gibi geldi. Pepper Winters 2017 de tanıştığım ve tanıştığıma çok memnun olduğum yazarlardan biri oldu. Yukarda da dediğim gibi beni 'Satıldım' kelimesi cezbetti. Merakımı tetikledi. Kitabı okumaya başladığımda Tess ve Brax uçağa binmek üzereydi. Sıra beklerken yaşananlar beni o kadar sinir etti ki. Karşısındakinin ne düşündüğünü önemsemeyen erkek tipinden nefret ederim ve Brax tam da o tipti. Neden insanların gözü önünde seni öptü diye kız arkadaşını azarlarsın ki? Bizim ülkemizde olsa anlarım ama orası farklı. Bende orayı baz alarak düşünüyorum ve Brax'e öfke kusuyorum. Yani işini önemsemen güzel bir şey ama kız arkadaşını geri planda tutman ne kadar doğru? Hayatında ilk sıraya koyamıyorsan, o senin eşin değildir. Ruh eşini bulamamışsındır. Ruh eşini de geçtim, senin için yeterinde değerli değildir. Havaalanında olan davranışlardan, konuşmalardan anladığım kadarıyla bir tahmin yürüttüm. Brax, uğruna ölecek kadar çok sevmediği Tess'i neden Meksika'ya tatile götürüyor? Sonra satılma konusu da eklenince tamam dedim Brax, Tess'i satacak... Düşündüğüm gibi olsaydı üzülürdüm çünkü heyecanlanmak istiyorum. Aklımdan geçmeyen , farklı şeyler görmek beni mutlu ediyor. Anlayacağınız üzere Brax, Tess'i satmadı. Kitapta bana göre mantıksız gelen iki ya da üç nokta var. Onlardan biri de koskoca Meksika'da güvenilir onca mekan varken, neden o tekinsiz mekana gidiyorsun ey Brax! Soruyorum sana, Neden?! Tess'in içgüdülerinin orada baş göstermesi falan çok güzeldi. Tedirgin olması, kötü bir şeylerin kokusunu alması. Kadınların içgüdülerinin doğruluğuna verilen bir mesajdı bence. Ve çok yerindeydi. Aptal Brax'in, Tess'i o masada bırakıp tuvalete gitmesi? Merak etme demesi? Allahım bana sabır ver. Bir insan nasıl bu kadar boş, duygusuz, koruma duygusundan yoksun olur. Sanki bana rambo. 'Ben tuvaletteyken bile seni korurum Tessss.' havalarında. Brax'e iyi oldu, Tess'e yazık. Zaten satılacağını biliyordum ama böyle kaçırıldığını bilmediğimden bende Tess kadar şaşkınım. Yumruklar, tekmeler havada uçuyor. Yazar Tess'e neler yapacağını daha ilk bölümlerde hissettirmeye çalışıyor. Burada bir prenses yok, diye bağırıyor. Diğer kadınların nelere katlandığını, neler yaşadıklarını anlatmaya çalışıyor. Çünkü bu, dünyada var olan ve önüne geçilemeyen bir konu. Tess'le birlikte birden çok kadının olması ve dış görünüşün önemli olmadığının vurgulanması da ayrı bir gerçeklikti. Sadece Tess'in kaçırılması garip bir hava katabilirdi. Sonuçta kendi ülkesi değil. Tatil niyetine gelmiş, aptal erkek arkadaşının peşine takılarak daha yeni dışarı çıkmış bir kadın, Tess. Götürüldükleri yerde başına gelmeye başlayan şeylere verdiğim tepkiler, bana hissettirdikleri duygular hala içimi yakıyor. Ve bunların gerçekten yaşandığını, o kadınların Tess kadar güçlü olmadıklarını bilmek ayrı bir dehşet veriyor. Deri ceketli o domuzun, tecavüz etmeye her kalkışı beni ayağa kaldırdı. Ağlamaya başladığım yer, banyo yapmaya götürüldüğü kısım. Deri ceketli domuzun Tess'i mahvedeceğini sandım, kıyafetlerini parçaladığı anda ben hıçkırmaya başladım. Kitabı bir kenara fırlattım, çöküp ağlamaya başladım. Kendi kendime olamayacağını söyledim. Olamaz! Cehennem gibi geçen haftadan sonra, en sonunda satıldığı kişiye götürülmek üzere yola çıkar. Zaten kaçma düşüncesi asla aklından çıkmaz. Fırsatını bulur bulmaz kaçmaya çalışır. Tess'in asla pes etmemesi beni her zaman gülümsetti. Gücü, kendi düşünceleriyle olan anlaşmazlığı beni kendine çekti. Satıldığı adamın evine getirildiğinde şaşırdı, bende şaşırdım. Ne yazık ki bu kadar büyük bir imparatorluk beklemiyordum. Satıldığı adamla karşılaştığında hissettiklerini anlayabiliyorum. Şu sıralar sıklıkla adını duyduğumuz Stockholm sendromu gibi görünen ama aslında öyle olmayan garip bir durumun içine düşüyor Tess. Q verdiği tepkilerden, aralarındaki çekimden dolayı; diğer kölelerine de böyle davranmış, ona da öyle davranacak gibi bir izlenim yarattı açıkçası. Sanki yıllardır efendilik yapıyor gibiydi. Önyargı kötü bir şey ama böyle bir durumda kim durup bu adam farklı olabilir belki? diye düşünür? Ben düşündüm... ama Tess'in yerinde olsaydım düşünmezdim. Düşünemezdim. Belki Tess'e bir şey yapmaz, onu serbest bırakır. Belki köle alıp serbest bırakan biridir. Diye düşündüm... Böyle düşündüğüm için şaşkınım. Sadece güzellik arıyordum, biraz da insanlık. Q'nun Tess'e tecavüz edecekmiş gibi davranıp asla öyle bir şey yapmaması, yapabilecek olması ama kendini tutması... Benim için önemli bir noktaydı, öyle bir şey olsaydı Tess belki o an bir şey demezdi, teslim olurdu ama sonrasında gelen pişmanlık çok yıkıcı olurdu. Q bunu biliyormuş gibi asla yapmadı. Tamam dokundu, ama onu yapmasaydı da saçma olurdu zaten. Elinin altında 'Köle' dediğin biri var. Erkeksin, neden ellemeyesin. Tess'in Q'nun yanında yaşadığı zıtlıklar. Kendi düşünceleri arasında geçen savaş, bence çok güzel yansıtılmıştı. Q'nun ne hissettiğini son kısma kadar göremedik ama içinde iki farklı kişilik olduğunu anladık. Tess'in özgürlüğünü geri kazanmak için duyduğu tutku gerçekten beni kendine hayran bıraktı. Asla vazgeçmedi. Q'nun attığı tokatlar sinirimi bozan ikinci noktaydı. Şimdi diğer her şeyi sineye çektin de tokat mı sinirini bozdu diyeceksiniz. Ne yapabilirim tokata karşı asla yumuşayamayacağım. Q'nun içindeki canavarlarla savaşmasını Tess'in hafiften fark etmesi çok iyiydi. Mesela şu cümle 'Bana karşı nasıl hastalıklı bir ilgi duyuyorsa sürekli o ilgiyle savaşıyor gibi görünüyordu.' o kadar çok şey anlatıyor ki Q hakkında. Okurken okuyup geçiyordur çoğu kişi ama ben geçemedim. Bir ipucu olduğunu düşündüm. Kesinlikle bir ip ucuydu. Sonra bir de başına gelen bu belaların, Q'nun kendi suçu olduğunu düşünen bir Tess var. Sırf farklılık, ellerinin bağlanmasını falan istiyor diye karmasının onu böyle cezalandırdığını düşünüyor. Bu bazılarına çok sinir bozucu gelmiş, bana göre sinir bozucu değildi. Bende böyle şeylere inanırım ne yazık ki, o yüzden Tess'in yeri bende ayrı. Q'nun da yeri ayrı onu da belirteyim. Asla yumuşak, bebek gibi erkeklere ilgim olmadığından olabilir belki de. Bir de okuyunca gülümsemeden edemediğim bir yer var. Q'nun Tess ağlarken gözyaşlarını yalaması... Elimde olmadan aklıma Ryhsand geldi. Siz harikasınız... Bir de Suzette var. Suzette'i merak ettiğim kadar Q'yu merak etmedim gerçekten. Q'yla ne yaşadığını, neden onu bu kadar tanıyormuş gibi göründüğünü ya da tanıdığını çok merak ettim. Hatta kıskandım, Tess'le birlikte kıskandım. Ne kadar kıskandık anlatamayız diyeyim... Q'nun takım elbiselerinden bahsetmezsem ölürüm... :> Bayan Winters, siz ne yaptınız böyle... Kırmızı gömlek, mor gömlek, siyah gömlek... Gerçekten takım elbiseye yeni bir soluk getirmişti. Hatta bir yerde Tavus kuşu benzetmesi vardı çok güldüm. Gömlekleri ve takım elbiseleri olay olan bir Q sizi bekliyor. Ne kadar düşünürsem düşüneyim anlayamadığım bir olay oldu kitapta, okuyanlar bilir. Okumayanlar için de çok detaya girmeyeceğim. O kadar adamın önünde, Tess'i bağlı bir şekilde, orada tutmanın anlamı neydi acaba Q? Biraz düşünüp mantığını bulabilirim ama düşünmek istemiyorum. Çok kötüydü, o adamın Tess'e yapmasına izin verdiği şey iğrençti. Sürekli gelip kurtarmasını bekledim bende Tess gibi. Tess onun kölesiydi, başka birinin dokunmasına izin vermemeliydi. Tess'te böyle düşünüp bir ümit bekledi. En sonunda olan oldu ama geç bir müdahaleydi bana göre. Yazar gerçekten Tess'i asla rahat bırakmadı. Hep bir sınav, hep bir sınav.. Böyle bir şey yapması onu daha çok sevmeme neden oldu ne yazık ki. Çünkü ben karakterlerini beladan uzak tutan, el üstünde tutan yazarlardan pek haz etmem. Başına ne kadar bela gelirse o kadar güçlenir karakter. Yazar da bunun farkındaydı. Q'nun 'Kim canını yakarsa onu öldürürüm.' lafı... bu cümle hakkında ne düşüneceğimi bilemiyorum çünkü ilk seferinde o zararı almasına sen müsaade ettin. Ama olsun. Sonra, sürekli aklında olan kaçma düşüncesini bir anda gerçekleştiren Tess'ten bahsetmek istiyorum. Bu kadar güzel bir kaçış olamazdı. O kadar iyiydi ki, bu kadar iyi olmasının nedeni bir anda olmasıydı. Plansız, programsız. Bir anda. Ben bilerek kaçmasına izin verdiler sandım, ama öyle olmadığını çok geç anladım. Franco gelip Tess'i restoranda bulana kadar. Restorana girdiğinde oradakilerin Tess'e inanmaması da tam yerinde olan bir şeydi. Neden inansınlar yabancı bir kadına? Tess tahmin edileceği gibi Franco'nun elinden kurtuldu, şans eseri (büyük bir şans eseri) ona inanan bir adam buldu, arabasına bindi. Bileğindeki gps'i kesti ama dışarı fırlatmadı. Onu dışarı fırlatmaması ve arabanın içinde bırakması kurtuluşu oldu. Ben daha önce ne tecavüz sahnesi izledim, ne de okudum. Çoğunluğun bildiği gibi biliyordum, duyuyordum. Bu kitap gözlerimi açtı. Farkına varmamı sağladı. Bazen kötü olduğunu biliriz, ama anlayamayız. Bende anlayamıyordum, bu kadar dehşet bir şey olduğunu yaşamayan bilemiyor zaten. Ama bu kitap. Bu kitaptaki o sahne... Hıçkırarak ağladığım ikinci kısımdı. En son ne zaman bu kadar ağladım bilmiyorum. Hadi dedim, olmayacak, olamaz, Q gelsin, biri gelsin olmasın. Gözyaşlarım dinmedi. Bunu yaşayanlar aklıma geldi, dehşete düştüm. Başıma ağrılar girdi. Tess beladan kurtulmaya çalışırken daha büyük bir belaya attı kendini. Şaşırdım, kalbim patlayacak gibi oldu. Yazar'a imrendim. Bir kadın karaktere bunları yaşatmak, gerçekten yürek ister. Kendi karakterini bu kadar dehşet verici şekilde kullanması akıllardan silinmez. Ölmez. Hatıralarda yaşatır. En azından bende yaşayacak. Yazara göre başkarakter ne kadar işkence görürse hikaye o kadar iyiymiş. Ben bu cümleleri okuduğumda nasıl şaşırdım anlatamam. Benim gibi düşünen bir yazarı bulma olasılığım neydi? Benimle aynı düşünceleri paylaşan bir yazar bulduğum için şaşırdım ve o kadar sevindim ki... Pepper Winters, are you real?! diye haykırmak istedim. Üçüncü sinir olduğum noktadan da biraz bahsetmek istiyorum, Tess'in köle gibi davranması... Diz çökmesi, gitmemek için yalvarması... Olmasaydı olmazdı biliyorum, o kadar güçlü karakteri sindiremezdim. Gıcıktı ama gerekliydi. Sonra Q'nun Tess'e yaptığı şeylerin Tess'in isteğiyle olduğunu anlayamamış olanlar var. Böyle bir şey yok. En sonunda Tess'in geri dönmesi, Brax'in ölmemiş olması, eski hayatına geri dönen Tess'in artık bu hayata ait olmadığını hissetmiş olması... Bu değişimler o kadar güzel bir şekilde yazılmıştı ki, ben kusur göremedim. Bir anda ona aşık oldum kafasında değildi kimse. Böyle görenler varsa tekrar düşünsün. Her şey adım adımdı, iki hastalıklı insanın, (ki bence Tess Q kadar hasta değildi) birbirlerine karşı duyduğu çekim, ruhları ve düşünceleriyle olan kavgaları, savaşları... Hepsi benim için mükemmel bir şekilde işlenmişti. Benim çok beğenerek, sarsılarak, ağlayarak, gülerek ve heyecanlanarak okuduğum bir kitap oldu. Kitabın içeriğinin farkında olmayanlar ve kaldıramayabileceklerini düşünenler okumamalıdır. Kaldıramayanların yazdığı yorumlar ve düşünceleri yeterince belli. Arkadya Bitter'in ne tür kitaplar çıkardığını araştırıp öyle almanızı tavsiye ediyorum. Bu kitabın da Grinin Elli Tonu'yla bir alakası olmadığını söyleyerek iyi günler diliyorum... Müzikleri de unutmadan söyleyeyim, ben kitabın sonunda yazarın, kitabı yazarken ilham aldığım şarkılar başlığı altında şarkı adı verdiğini bilmiyordum. Bilseydim onlardan birini dinlerdim. Sonradan gördüğüm için üzgün değilim, benim kitabı okurken dinlemek için seçtiğim müzik tamamen şans eseri kitaba uygun çıktı. Kitaba uygun oluşuyla beni büyüledi. Charlie Cunningham'ın Minimum şarkısı bu kitap için yazılmış gibi. you need it more than you though, but you're managing (buna düşündüğünden daha çok ihtiyacın var, ama idare ediyorsun.) Can you pass yourself round? What you got to live for? (Kendini geçebilir misin?Uğruna yaşayacak neyin var?) Go take off a load, Letting your wings unfold (Git yükünü boşalt Kanatlarının açığa çıkmasına izin veriyorsun.) Demons'dan I want to hide the truth, I want to shelter you (Gerçeği saklamak istiyorum, seni korumak istiyorum) But with the beast inside, there's nowhere we can hide (Ama içimdeki canavarla saklanabileceğimiz hiçbir yer yok) Arms'dan I never thought that you would be the one to hold my heart (Birinin kalbimi saracağını hiç düşünmezdim.) I can't decide if I'll let you save my life or if I'll drown (Karar veremiyorum ya beni kurtarmana izin veririm ya da boğulurum) I hope that you see right through my walls (Umarım duvarlarımı doğrudan görmüşsündür) I hope that you catch me, 'cause I'm already falling (Umarım ki beni yakalarsın 'Çünkü ben çoktan düşmeye başladım) Dark Paradise'dan And there's no remedy for memory (ve hatıraların çaresi yok) Your face is like a melody (yüzün bir melodi gibi) It won't leave my head (aklımdan çıkmıyor) Your soul is haunting me (Ruhun beni avlıyor) And telling me that everything is fine (Ve bana söylediğin herşey doğru) But I wish I was dead (Ama keşke ölmüş olsaydım) (Dead, like you) (ölü, senin gibi) Disturbed'dan I cannot begin to describe (Açıklayamam) The hunger that I feel again (Hissettiğim açlığı) Run if you intend to survive (Yaşamak istiyorsan kaç) I can see the fear in your eyes (Gözlerinde ki korkuyu görebiliyorum) But you can't bring yourself to scream (Ama çığlık atamıyorsun) E.T'den You're not like the others (Sen diğerleri gibi değilsin) They don't understand you (Onlar seni anlamıyorlar) Wanna be a victim (Kurban olmak istiyorum) Ready for abduction (Beni kaçırmana hazırım) Teşekkürler... my love Q
Tess'in Gözyaşları
Tess'in GözyaşlarıPepper Winters · Arkadya Bitter · 2015415 okunma
·
576 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Özlem okurunun profil resmi
Şimdi gördüm ve bu kadar uzun bir yoruma rastgele rastladım. Neden beğenilmemiş hiç?
Büşra okurunun profil resmi
Kitabı cidden tam anlamıyla yorumlamissin 1 saat önce bitirdim cidden harika duygularının çoğuna katılıyorum 👏👏
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.