TUTUNAMAMAK SELİM IŞIK’TAN ÖNCE DE VARDI
Çağımız insanının yaşamla ilgili problemi – beklentisi- nedir sizce? Çok para kazanmak, şöhret, makam, lüks yaşam, çok tık almak, popülarite, dünyayı kurtarmak, bir iz bırakmak? Düşünün bir; bu saydıklarım yalnızca birkaçı. Saydığım bu birkaç sebepten birine gönül rahatlığıyla “Yok yaa, benim öyle beklentilerim yok hayattan.” diyebiliyor musunuz? Ne dersiniz, “ İnsan kendi kendine karşı tamamen samimi olabilir mi?” (sf.43)
Kitabı okumaya başlamadan önce konusuyla ilgili pek bir bilgim yoktu. Aldım, okumaya başladım, olay bekliyorum; aksın, Suç ve Ceza’daki gibi peşinden gidelim kahramanın. Durun, biraz afallıyorum. Çünkü bu sefer olay yok. Burda tüm hücrelerine kadar dolmuş ve artık taşmakta olan bir adam var; kırk yaşında ve kırk yaşından sonra yaşamayı ahlaksızlık sayan. Ömür merdivenlerini sürüne sürüne çıkmış, anlatamamış, anlaşılamamış ve dünyanın gerçekliğine sırtını çevirip kendi yeraltında yeni bir dünya kurup hayalleriyle kendi cennetini oluşturmuş bir adam bu, taşıyor ve anlatmak istiyor artık. Dinlenmese de içini dökmek. Hani bazen an gelir “nasılsın?” diye sorsalar, tüm hayatını anlatıverirsin ya tanımadığın bir yabancıya, işte Yeraltı Amcamız tam olarak böyle biri. “Artık umrumda değil!” dese de birinin gerçekten şefkatle omzuna dokunup “Nasılsın?” demesini bekleyenlerden.
Kitap iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümde anlatıcıyı ve yeraltını, ikinci bölümde ise anlatıcıyı kendi yeraltını oluşturmaya iten sebepleri görüyoruz. Ailesiz yetişme, ebeveyn sevgisinin eksikliği (yahut hissedilememesi), kendini fiziksel olarak çekici-güzel bulmama, fakirlik, yatılı okul ortamı, arkadaşlar arasında alay konusu olma gibi sebeplerin sonucunda kendini ifade edemeyen, gitgide pasifleşen ve artık kendi kabuğuna çekilip, üzerine yüklenen aşağılık kompleksiyle baş edebilmek için tüm insanlardan hatta kendinden bile nefret etme noktasına gelen bir insan portresi çizmiş Dostoyevski.
Anlatıcının yaşadığı ağır duygu boşalımı, bende yukarıda bahsettiğim benzeri durumlara maruz kalan insanların psikolojisini kavramak adına epey etkili oldu diyebilirim. Özellikle anlatıcının kendini cesurca açtığı bölümler, toplum eleştirileri oldukça çarpıcıydı ve şunu fark ettim; aradan yaklaşık 150 küsur yıl geçmiş lakin insanoğlunun birçok meseleye karşı bakış açısı hâlâ olduğu yerde sayıyor. Kadın ve erkeğin toplumdaki yeri ve değeri, paranın her yerde sözünün geçmesi, güçlünün acizi ezme hakkını kendinde bulması, makam ve mevki tutkusu... Ne acı değil mi? Okuduğunuz çoğu bölümde “Evet yaa beni anlatıyor bak, ben de aynı böyle hissediyorum içten içe.” diye heyecanlanırken, meselenin derinine inince; içinde bulunduğumuz durum, düşünce yahut alkış tuttuğumuzun aslında utancımız olduğu gerçeğini çarpıyor, yazar zaaflarımızı bir bir vuruyor yüzümüze.
Derdimiz yaradılışımızdan bu yana belki aynı. Anlatamamak, anlaşılamamak. Keşke diyorum problemlerimizi sağduyuyla çözebilsek, yanımızdakine sağır olmasak mesela. Dinlesek ya hu, göz göze geldiğimizden sıcak bir merhabayı esirgemesek. Kendimize karşı tamamen samimi olabilsek… Yeraltından Notlar bize bu konuda yardımcı olabilir belki. Yeraltındaki bir adamı tanımak bize gerçekten sağlam bir ufuk açabilir. Hele ki kitabı okuyan birini bulduysanız şöyle bir çay söyleyip, uzun uzun üzerine tartışılacak bir kitap.
Velhasıl Dostoyevski yine iyi düşündürdü, yine içimde yerine oturmuş bazı kalıp düşünceleri, şöyle bir sallayıp tekrar düzene koymamı sağladı. Eski bir dostla yıllar sonra buluşup dertleşir gibi o anlattı ben keyifle dinledim. Tanışın siz de. Bu hasbihal eminim ruhunuza iyi gelir.
Tanıştığıma memnun oldum tekrardan Yeraltı Amca, şey diyecektim; Selim Işık vardır bizde, bilir misin?