Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

464 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Herkesin kendince bir önemliler listesi vardır muhakkak, benimde var tabi ve bu listemin ilk sırasın da yer alır Ömer Zülfü Livaneli! Bundan 10 yıl önce ilk gençlik çağlarımda müziğinden dolayı hayranlığımı kazanan bu adam meğer iyi bir de edebiyatçıymış ve ben bundan bir habermişim düşünebiliyor musunuz? Onunla ilk “Serenad” kitabı sayesin de tekrar dan tanıştım ve bu kadar geç tanışmış olmama hayıflanmadığım zaman yok denecek kadar azdır diyebilirim. Elbette o bir insanoğlu ve mükemmel kavramı onun için de geçerli değil, lakin tanıdığım en kültürlü, en seviyeli, en barışçıl ve sözüne en güvenilir adamlardan olduğu da bir gerçek. Kişisel hayranlığımı bir tarafa bırakırsak, yazdığı her yazıyı okumayı yeni öğrenen çocuklar gibi büyük bir iştah ve keyifle okurum çünkü bilirim ki bana bir artı daha kazandıracak ve bilinmeyenler haznemi biraz daha daraltacak.. Gelelim kitabımızın yorumuna; kitap Doğan Kitap’dan çıkmış Zafer Köse tarafından yayına hazırlanmış, orta zekalılar cenneti ve sanat uzun hayat kısa kitaplarının birleştirilmiş bir hali olarak okuyucuya sunulmuş. Bununla ilgili detaylı bir yazı yazmış Zafer Köse kitabın giriş kısmın da, bu yazıyla karşılıyor bizi ve Zülfü Livaneli’den, kitabın içeriğinden bahsediyor. Bu yazıyı okurken bile kafanızda bir çok düşünce şekilleniyor ve büyük bir iştahla çeviriyorsunuz sayfaları.. Aslında bu iki kitabın birleşmesinden oluşan eser deneme mahiyetin de yazılmış sekiz ayrı bölümden ve bu bölümler altında işlenmiş, değinilmiş yüzlerce konu dan bahsediyor, ama ağırlıklı olarak benim anladığım Türkiye’nin geçmişten bugüne gelişiminde ki çarpıklıktan, eskiye duyulan özlemden, sanata ve kültüre yeteri kadar değer verilmemesinden dem vurulmuş sıklıkla.. Eğer Z. Livaneli düşüncelerini, ideolojisini, kendisi ve yaşantısı süresince edindiği birikimleri merak ediyorsanız, bu kitap tam da aradığınız kaynak diyebilirim. 461 sayfadan oluşuyor kitap, her sayfası ve değindiği her konu ayrı bir hazine mahiyetinde benim nazarımda. Zaten hayat görüşünü ve kişiliği çok ayrı tuttuğum bu adamı kendi düşünceleriyle oluşturduğu ve yorumladığı bu eser de tamamıyla anlayabileceğinizi ümit ediyorum. Tarih, sanat, okumak, yazmak, kültür eksiklikleri, kaybolan değerler üzerine altını çizdiğim onlarca satır var ve tabi ki öğrendiğim bir sürü yeni bilgi. En çok da “okumak” üzerine değinmiş ve hatta bununla ilgili demiş ki “ Sürüden ayrılan insanı hiçbir rejim sevmez. Sürüden ayrılmanın, birey olmanın ve kendi kafasıyla düşünmenin en önemli göstergesi ise okumaktır.”(syf.35) İnsanların kendine, dünyaya ve düzene karşı yaptığı haksızlığın karşısın da ne kadar üzülse de hala umudunun olduğunu şu satırlardan anlayabiliriz mesela “ Hele sevildiğini bilmek... Birisinin sizi düşündüğünü, iyi olmanız için uğraştığını, sizi koruduğunu hissetmek. Bir de paylaşma duygusunu eklemek gerekiyor buna. Ekmeği, düşünceyi, sevgiyi paylaşmak. Sait Faik’in cümlesiyle söylersek eğer, her şey bir insanı sevmekle başlıyor.” “Jean-Paul Sartre “Başkaları cehennemdir!” demişti. Biz bu kültürden gelmiyoruz. Bizim Akdeniz aydınlığı vurmuş kültürümüz de “Yalnızlık Allah’a mahsus!” denir. Ve inanılır ki “insan insanın zehrini alır!”. (syf. 44-45) Ünlü bilim insanları, şairler, yazarlar hakkın da belki de hiç bilmediğimiz yönlerini anlatıyor ve onlarla ilgili bilgilendiriyor bizleri, bunu her konu da işlemiş ve örneklerle de anlatmış. Mesela diyor ki “Çünkü önemli olan bir şeyi istemek değil, çok istemek! Başka bir şey düşünemeyecek kadar çok istemek, tutku derecesine yükseltmek. Ben bu işten para kazanır mıyım? Bu meslekte istikbal var mı? Gibi soruları soramayacak kadar büyük heyecan fırtınalarına yakalanıp sürüklenmek. Albert Einstein bir gün çok ünlü biri olmak için çalışıp çabalamadı herhalde. İzafiyet teorisini meşhur olup, para kazanmak için düşünmedi.”(syf.59-60) En çok ve en üzülerek değindiği konu Türkiye’nin kültür eksikliği diyebilirim ve bu konuda hayli muzdarip olduğunu hemen her satır da anlamak mümkün. Kültür tanımını yaptığı şu satırlardan bunu daha net anlayabilirsiniz sanırım; “Ve kültür yarım yamalak eğitim verilen okullardan alınan bir belge değil, bir halkın tarihini kapsayan ve o halkın insanlık tarihi içinde ki yerini belirleyen varoluş biçimidir.” (syf.102) Türk edebiyatının köklerinden gururla bahsediyor ve günümüz gençliğinin bu değerlere yeteri kadar merak duymamasından, araştırmamasından hayli dertli olduğunu da bu satırlarıyla anlayabiliyoruz; “Çağdaş edebiyatı Yunus Emre’den, Karacaoğlan’dan, Fuzuli’den, Pir Sultan Abdal’dan, Şeyh Galib’den, Evliya Çelebi’den, Baki’den, Nedim’den, Nefi’den ayrı düşünmek mümkün mü? Köksüz edebiyat olur mu hiç?” (syf.111) Günümüz Türkiye’sinin en büyük sorunlarından biri olarak Tv izleme alışkanlığının okumayı nasıl unutturduğunu ve insanların bir makine gibi her gün birbirini tekrar eden bir hayat yaşamaya mecbur edildiğini ise şu satırlar da üzülerek özetlemiş; “Belki de bu yüzden kahvehanelerimiz milyonlarca kitap düşmanıyla dolu. Belki de bu yüzden İslam dini “Oku!” emriyle başlıyor, ama din kuralları bile insanlarımıza okutmayı başaramıyor.” (syf.115) Livaneli’nin tam bir Nazım aşığı olduğunu bilmiyordum doğrusu, bir çok yazısın da ona yer vermesi, ondan bahsederken ki heyecanını okuyucuya dahi yansıtabilmesi ve onu çok özlediğini belli eden şu satırları beni ziyadesiyle duygulandırdı diyebilirim “Kozmonotların Nazım’ı bilmelerini isterdim. O zaman belki de dudaklarından onun dizeleri dökülecek ve insan zihninin kavrayamadığı evrene bakarak, “Merhaba Kainat” diye mırıldanacaklardı, “Merhaba Kainat!”. Çünkü bilimin sustuğu nokta da şiir başlar ve evrenin gizli kapıları şiirle açılır.” (syf.160) Bir barış elçisi olduğunu düşündüğüm Livaneli, savaş karşıtı düşüncelerini içtenlikle paylaşmış ve hiçbir şekilde lafını esirgememiş sorumlularından. Mesela Filistin’de öldürülen çocuklar için o kadar ciğeri yanmış ki şu satırların dan savaşa lanetler yağdırdığını duyabiliriz; “Ne çok isterdim tek bir çocuğun ahının, koskoca devletleri tuzla buz etmesini, orduları bozmasını, ölüm kusan savaş uçaklarını düşürmesini. Ama elimizden bir şey gelmiyor, kahrolarak yaşıyoruz. Benim tek pusulam vicdandır. Vicdanı olmayan her insan Nazi’dir.” (syf.166) Ve “savaşlar bir erkek davranışıdır” diyerek hemcinslerini kızdırma olasılığını da üstlenip ekliyor “Belki de ileride bu çıldırmış dünyayı kadınlar düzeltecek.” Umuyoruz ki bize yüklediği bu misyon da haklılık payı vardır sevgili Livaneli’nin.. Kaybolan değerlerimizle ilgili yaptığı hatırlatmalar dan benim en çok ilgimi çeken tabi ki mektupla ilgili söyledikleri oldu, ne diyebilirim ki insan kendi gibi düşünenleri bildikçe sanırım yalnızlık hissiyatı kayboluyor. Bu konuyla ilgili de diyor ki; “Modern dünya da mektup yazmayız. Eşe dosta yazılan küçük notlar ve sayfalarca süren mektuplar hayatımızdan çıkıp gitmiştir. Bir köşeye oturup olanları düşünmek de öyle. O da sürgüne gönderilmiştir artık. Düşünmeden yaşarız. Kafalarımız, çıkarlarımızın nerede olduğunu sezmemize yarayan antenlere, duyargalara dönüşmüştür.” (syf.205) Son zamanlar da dünya da şiddetin ve terörün ne denli arttığına, insanların nasıl hep birlikte aynı coğrafya da yetiştikten sonra birbirlerine bu denli düşman kesilmelerine dikkat çekerek bununla ilgili bir sosyal mesaj niteliği taşıyan şu satırlarına da değinmeden edemeyeceğim; “ Kim diyebiliyorsa ki, “Ben şiddetin her biçimine karşıyım. Sağcı, solcu, dini, etnik ve resmi; kısacası hangi kimlik altında ortaya çıkarsa çıksın terörü, şiddeti, insan canına kastetmeyi nefret duyarak reddediyorum”, işte o insan, ülkesini iç savaştan korumaya çalışmaktadır.” (syf.209) İnsan sevgisini her fırsatta dile getiren Livaneli hala onlardan umudunu kesmediğini de her fırsatta yineliyor ve kendisi için diyor ki “ben iflah olmaz bir iyimserim” :) Hep de böyle kalmasını temenni ediyoruz elbette, biz sevenlerinin ondan öğreneceği çok şey olduğunu düşünüyorum.. Ve ne kadar severse sevsin, ne kadar umutlu olursa olsun insanın insana yaptığı zulme kayıtsız kalamadığını şu satırlarla özetliyor; “ İnsan, kendi cinsini kitle halinde yok eden tek canlı türü! Bunu hiçbir hayvan yapmıyor. Kendi cinsinden olanı öldürmüyor. Kendi türüne işkence yapmıyor. İşkence kavramı başlı başına bir insan icadı! Doğada işkence yok. Kısacası dünyanın en vahşi yaratıkları bile, insanların birbirine uyguladığı zulmü bilmiyor, tanımıyor.” (syf.211) Biliyorum çok uzun bir yorum oldu siz okuyanlar için ama bu kitabı öyle bir iki satırda ifade edebilmek inanın hem yazarına, hem de bu kaynak mahiyetinde ki kitaba haksızlık olur diye düşündüm. Eğer sonuna kadar sıkılmadan okumayı başarabildiyseniz zaten ne demek istediğimi anlayacaksınızdır. Livaneli’yi anlamak isteyenler için bu kitap bir rehber kaynak vazifesi görmektedir adeta ve dediğim gibi benim gibi düşüncelerine önem veren okuyucuların kendileri için alacağı hayli mesajlarla dolu bir eser, eğer sizin de bir Livaneli hayranlığınız varsa hiç durmayın bu kitabı hemen temin edin ve yanınıza bolca fosforlu kalem alın, zira ne çizmekten usanacaksınız ne de sonunun gelmesini isteyeceksiniz :) Ve bu arada son bir not daha ekleyeyim hemen; kitabı okurken Livaneli’nin kimleri okuduğunu hangi kitapların üzerinde titizlikle durduğunu sizlerde dikkatli bir okuyucuysanız hemen anlayacak ve notlarınızı alacaksınız, diyorum ya kaynak diye hakikaten öyle, şu anda alınacaklar listem hayli coşmuş durumda belki elliyi buldu tavsiye listesi ama düşüncelerini bu kadar önemsediğim bir yazarın sözü senettir benim için, o yüzden hepsi okunup sizlere yorumlanacaktır şimdiden bilgisini verelim :) Bana katlandığınız için teşekkür ediyor ve bir daha ki kitap yorumun da görüşmek üzere esen kalın diyorum sevgili kitapsever dostlar :)
Orta Zekâlılar Cenneti
Orta Zekâlılar CennetiZülfü Livaneli · Doğan Kitap · 20205,4bin okunma
·
30 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.