Her kitap bir dünyadır. Her biri farklı farklı pencerelere açılır. Size de o pencereden bakma imkanı sunar. Kimisinde aşkı en derininizde hissedersiniz, kimisinde nefreti vs. bu kitapta ise buram buram acıyı hissediyorsunuz. Sanki o eklem ağrılarını, yangıyı 15 yaşındaki çocuk değil de siz çekiyorsunuz.
Kitabı okurken bir çok kere içim düğüm düğüm oldu. Ne çok acı var diye ağlama isteği uyandı çoğu yerde. Kitabın bu kadar etkileyici olmasında otobiyografik bir roman olmasının da büyük bir etkisi olduğu kanaatindeyim.
Sayfalarda gezinirken çok kere düşündüm: Günlük hayatta ne kadar basit konuları dert ediyoruz. Ayağımız taşa takılsa canımız çıkacak sanıyoruz. Rutin konuştuğumuz konular, hayatımızın merkezine aldığımız olaylar bir kez daha fazlasıyla basit geldi oysa gerçek olan hastane koridorlarındaki acı dolu bekleyişler, korkular, ümitler, hastanenin kendine has ağır kokusu ve hatta ölüm. Bütün bu gerçeklerle küçük yaşta burun buruna gelmiş olmamdan mıdır bilmem kitap beni derinden etkiledi. Henüz 8 yaşımdayken anne babamdan iyi bir haber bekleme ümidiyle geçirdiğim 6 ayı anımsadım belki de.
“Büyük bir hastalık geçirmeyenler her şeyi anladıklarını iddia edemezler.” Bu cümle bir çok şeyi özetliyor aslında. Bir felaketi de ancak kişinin kendisi bilir. Annesi, babası, sevdiği hep 2. dereceden rol oynarlar. -mış gibi yaşarlar en fazla. O acıyı çekiyormuş gibi, o durumda kendiler varmış gibi... Ama en çok da çeken bilir.