Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

92 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
Usta Thomas Mann’dan bir eser daha devirdim. Kısa ama yine bir o kadar dolu bir öykü. Özellikle en sevdiğim kitabı olan “Venedik’te Ölüm” de de görülebileceği üzere kişilik analizleri, ana karakterin duygu yüklü birikimleri, kendiyle hesaplaşma ve düşüncelerini karşıdakine aktarma biçimi Mann’ın bu kitabını da okunmaya layık kılıyor. Her ne kadar tek oturuşta bitirilebilecek bir roman gibi görünse de diyaloglar sırasında yazarın arka planda yatan felsefi düşüncelerini daha iyi kavramak amacıyla kitabı sindirerek okudum. Mann’ın kitaplarından aşina olduğumuz sanat felsefesindeki ‘güzellik’ ve ‘estetik’ kavramlarını bu eserde de görmek mümkün. Yani her okumayla sayısız anlam çıkarılabilecek bir kitap. Venedik’te Ölüm’ deki gibi süslü ve anlaşılması cümleler fazla yok; bu da akıcı bir şekilde okunmayı mümkün kılıyor. ##SPOİLER İÇERİR## Kitabın başlarında anne-kızın birlikte doğa yürüyüşü yapmasıyla başlayalım. Zaten kitabın ana temasını belli edecek düşünceler bu yürüyüş sırasında geçen diyaloglarda açığa çıkmaya başlıyor. Doğa aşığı bir anne; doğayı olduğu gibi kabul eden ve onun kokusuyla adeta ‘hakiki mutluluğa’ ulaşan, öte tarafta fiziksel engeli yüzünden hayattan kopan ve yaşamak istediği duyguları elde edemeyen, kendini resim yapmaya adamış bir kız. Kızı annesine doğanın kokusunun kendisine hitap etmediğini, adeta şakaklarında bir zonklamaya neden olduğunu söylüyor. Annesi ise koklayarak yaşayamadığı bu kokuları resim yaparken renklere dönüştürerek hissetmesini öğütlüyor. Bu kısımdan çok önemli bir sonuç çıkarabiliriz: ‘Güzellik’ sanata konu olan malzemedir. ‘Estetik’ ise sanat uğraşının bir ürünüdür. Tamamıyla sanatçının doğayı( veya evreni) nasıl gözlemlediği ve bu gözlemlerin sanatı nasıl şekillendirdiğiyle alakalıdır. Yani yazarın vurgulamak istediği şey: Güzellik görecelidir; herkes nasıl bakıyorsa o şekilde algılar ama sanat, olmayanı varmış gibi gösteren, bire bin katan bir platformdur. Dorian Gray’ in hayatını da değiştiren, boyalı bir tuval değil miydi? Daha sonrasında ana karakterin kendinden yaşça küçük hatta çocuğu sayılabilecek birine karşı beslediği aşkla da kitabın konusu iyice pekişiyor. Bu kısımdan sonra birbirleriyle tam zıt düşüncelere sahip anne ile kızın duygusal hesaplaşması ön plana çıkıyor. Kız her ne kadar yaş farkının böylesi bir aşka yakışmayacağını iddia etse de annesine göre toplumun değer yargıları artık değişmiştir ve ‘aşk’ tabu olmaktan çıkmıştır. Hatta eski yıllardaki kadınların beğendiği erkeğin alması için düşürdüğü mendile de bir vurgu yapıyor yazar. Buradan da dönemin kadına bakış açısının nasıl bir değişimine uğradığını görüyoruz. Doğayla iç içe olmaktan başka bir mutluluğu olmayan anne, kendisini genç yaşlarında hissetmesine vesile olan bu aşk duygusunun da doğa tarafından kendisine verilen bir ödül olduğunu düşünüyor. Ama kitabın sonunda beklenmedik gelen hastalıkla da hikaye, kadının ani ölümüyle sonuçlanıyor. Sonsuz güvendiği, onun izinden gittiği doğa ona ihanet mi etmiştir? Doğayla iç içe yaşarken birden gelen bu aşk doğaya karşı yapılan bir saygısızlık mıydı? Zaten kitap boyunca kızı annesini vazgeçirmeye çalıştıysa da annesi ona kulak vermeyip hatta yalan bile söyleyebileceği kadar ileri götürerek aşkından vazgeçmemiştir. İkili arasında geçen bir diyalogda kadın şu cümleyi söyler: “Söyle bana, sen mi sanatçısın yoksa ben mi?” Güzelliği algılayıp onu kendi ‘öznel’ yargılarıyla yeni bir biçimde doyasıya yaşayan mı daha sanatçıdır, yoksa hissedemeden olduğu gibi sanata döküp ortaya ‘nesnel’ bir biçim çıkaran mı? Yazarın bize sorgulatmak istediği son nokta da burası diye düşünüyorum. Her okuyanın çok farklı anlamlar çıkacağını düşündüğüm bir kitap. Keyifle okudum!
Aldanan Kadın
Aldanan KadınThomas Mann · Can Yayınları · 20121,364 okunma
·
99 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.