Amin Maalouf, sizi Hasan Sabbah Nızam-ül Mülk ve Ömer Hayyam'la tanıştırıyor. Bence yazar çok güzel kurgulamış hikaye örgüsünü. Rubaiyat'la ilgili yerleştirdiği olay örgüsü sizi alıp götürüyor zaten. Doğunun İslam'la henüz örselenmemiş olan bütün mistisizmi iliklerimize işliyor. İsfahan'da, Tebriz'de, Nişapur'da yürüyoruz enikonu. İkinci kısımda ise Titanic'le başlayan ve yine hakiki karakterlerle bezenen, bu kez Molla yönetimi sonrası -ve aslında maalesef bir de öncesi- modern İran'ın kuruluşuna, bir devrime tanıklık ediyoruz. Hakikaten insanı sanki bir uçan halıya bindirip her yere sürüklüyor kitap. Müthiş akıcı ve etkileyici. Öğrettiği şeyler de cabası.
Bir de ölümü o kadar güzel tanımlıyor ki bir yerde:
"Aynı şaraptan tattık ama, benden iki üç kadeh önce sarhoş oldular."