Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

·
Puan vermedi
Tutunamayanlar ile ilgili söyleyeceğim o kadar çok şey var ki. Ben Oğuz Atay’ın neden noktalama kullanmadığına, batı edebiyatından kimlerden etkilendiğine romandaki postmodern ögelere filan girmeyeceğim, doğrudan Selim’i anlatmaya çalışacağım. Bol bol spoiler var romanı okumayanlar okumasın. Çok anlattım çünkü öyle gerekti. ---spoiler— Selim doğrudan doğruya yerli birisidir. Aslında biz de Selim olabiliriz üzerimizdeki etkiyi bilmiyoruz eğer bir toplumda dejenerasyon başlamışsa iki yüzlülük ve riyakarlık başlamışsa o toplumda düz ve temiz kalabilmek mümkün değildir. Tabi bir de güçlü değilseniz. İşte Selim, düz kalmak istiyor, samimi kalmak istiyor ama çevresinde tanıdığı herkesten bir “kazık” yiyor. Ve sürekli arayış içerisinde, doğruyu ve düzgün olanı arıyor. Üzerinde durmamız gereken mesele aslında şu; toplumda birçok intihar var hatta karısını, çocuklarını öldürenler var. Hiç kimse bunun nedenini araştırmıyor. Tutunamayanlar romanı bu sebepleri araştırıyor aslında. Bir intiharın sebebini… ve sonuç olarak görüyor ki; toplumda bir kargaşa var, kafalar karman çorman. Bu karman çormanlık arasında insanlar her şeyi çok iyi bildiğini söylüyorlar ama aslında kimsenin bir şey bildiği yok! Tutunamayanlar romanı toplumda ne kadar çelişki varsa hiç taraf tutmaksızın hepsini tek tek eleştiriyor. Mesela; Cumhuriyetin getirmek istediği aydınlanmayı yanlış anlıyoruz. Tutuyoruz Türklüğü yücelteyim derken aslı olmayan iddialara giriyoruz. Halbuki bilseler 18. Yy da bir Fransız diplomatı diyor ki: “Birçok ırk var Türkler geri ırklardandır.” Buna karşı Cumhuriyet bir tavır koyuyor, öz benlik oluşturmaya çalışıyor ama bunu anlamayan aydın tamamen abartıyor; her şey Türkler tarafından bulundu, Türkler en eski medeniyetti, bütün diller Türkçeden doğdu, Mayalar da Türk, Etiler de Türk’tü vs. öz benlik oluşturmak, ayağı yere basmayan bir tarih tezine dönüşüyor. Hatta Atatürk’ü kafatası ölçmeye varacak kadar yanlış yollara sevk edenler oluyor. Zaten Atatürk de bunun farkına varıyor ve vazgeçiyor. İşte yazar bunları eleştiriyor çünkü bu yapılanlar tutarlı değil. Öz Türkçecilik de tutarlı değil. Oğuz Atay Türkiye’deki sosyal değişimi kademe kademe eleştiriyor. Dili de aynı şekilde. Bunu şiirden anlıyoruz. Selim’in şiiri vezinli kafiyeli başlıyor 1940’lı yıllarda serbest vezne dönüşüyor anlatırken. O kadar güzel bir yerden bakmış ki, müthiş bir zeka ürünü. Önce hece vezni var sonra vezinli kafiyeli serbest şiire doğru gidiyor. Yani Türkiye’deki değişime paralel olarak eleştirileri var yazarın. Üstelik bu eleştirilerinin tümünde de haklı. Her birini ayrı anlatıyor. Örnek vermek gerekirse: şiir tarzında anlattıklarında farklı çelişkiler var. Diğer tarafta, romanda bir kutsal kitap anlatımı var Tevrat gibi bir tarz. Bir de ilmihal tarafı var. İki ayrı anlatım. Kutsal kitap tarzında yaptığı anlatım 1970li yıllardaki dev sol örgütünün İstanbul Teknik Ünivesitesindeki örgütlenmesini anlatıyor. Ve şiddetle eleştiriyor. Yazar diyor ki: “Tekrar okuyun!” dönüyor dönüyor .“Tekrar okuyun!” çok sık söylüyor bunu. Turgut Özben’in mektubunda da giriş bölümünde de sık sık bunu söylüyor: “Dikkatli okuyun!” Hakikatten dikkatli okumazsak anlamıyoruz. O kadar ustaca kurmuş ki! “-Biz yedi kişilik komiteyiz, dev sol üst komitesiyiz. Bizim burada aldığımız karar asla tartışılamaz. “ “- ..Toplumculuk esastır.” Vs. (-“Önce hiçbir şey yoktu Allah bir kuş gibi uçardı” Tevrattaki bu bölümü ustalıkla değiştirmiş.-) Halbuki Lenin de Marx’da felsefe olarak “önce birey kendi kültürel kimliğini bulacak ki onun üzerine toplumculuk kurulacak.” Diyorlar ama Türkiye’deki dev sol örgütünün bildirilerinde bireyin düşüncesi yok. “-Kutlu Orkan emredecek tartışmadan yapılacaktır!” Sözde sosyalistler ama kimse düşünemiyor. Neden? Peki bilimsel sosyalizm nerde kaldı? Bilimsel sosyalizm ölüyor. Bu ölümden sonra ortaya çıkanlar var. Demek ki tarihi beceremediğimiz gibi sosyalizmi de beceremiyoruz. Buradaki problem ; insan olarak, aydın olarak ciddi sorunlarımız var. Yazar bizimle bunları tartışıyor. Her dönemde bu sorunlar değişik şekilde ortaya çıkıyor. Osmanlı döneminden kalma üniversite hayatını anlatıyor. Hukuk Fakültesinde Edip Galip Sandalcı’yı anlatıyor. Öğretim üyesi öğrenciyi eziyor. Öğrenci ne kadar ezilirse o kadar iyi. Ezberci bir eğitim tarzı var. Aile ile okul arasında kavga var. Aile içinde kavga var. Öyle ki Selim’in anne babası arasındaki kavga Selim Işık’ın ayakları üstünde durmasını engelliyor. Okullar hep aynı renklerle boyanıyor. Gri de aynı, açık mavi de aynı, kül rengi de aynı. Peki neden? Neden ruhu karartıyorsunuz??? Ancak bunları Oğuz Atay söyledikten sonra okullar renklenmeye başlamış biliyor musunuz? Yoksa gri almış başını gidiyordu. Maalesef… Selim’in Sabri ile gidince gördüğü çelişkiler anlatılmış. İmanın şartlarından yarısı temizlikken camiiler pislik içinde! Bu bir çelişki. Allah rahman ve rahimken yani esirgeyici ve bağışlayıcıyken ona korkutucu anlatılıyor. Bu bir çelişki ve Selim İslamiyetten soğuyor. Sonra Burhan abisine yanaşıyor. Devrimi öğreniyor. Devrim çok güzel heyecanlı derken Burhan Abisi diyor ki “Al Selim şu bildiriyi dağıt!” ama kendisi kaçıyor. “evlilik yok, hikayedir önemli olan devrim” diyor. Selim bir bakıyor ki Burhan Abisi evlenmiş. İki yüzlülük! Bunlar bizim içimizde de var. İstanbul’da Esat tam bir milli tembel. Bütün bahaneyi devrime yüklüyor.” Devrim meseleleri olmasaydı o hukuk fakültesini bitirirdi.” Diyor. Selim oradan da uzaklaşıyor. Türkiye gibi bir ortamda hayatında hiçbir kıza arkadaşlık teklif etmemiş bir erkek düşünün. Bir kıza ilgi duyduğunu söylüyor ama o sahtekar Zeliha, Metin’i kıskandırmak için o haltı yiyor ve bizimki ona tutuluyor. Sadece bu bile Selim’in ruh dünyasını allak bullak etmeye yeter. Metin de sahtekarın teki güya idealist gibi görünüyor ama aslında içki, kumar, kadın merakı var. Aslında zelihayı sevmemesine rağmen Selim’in duyduğu saf ve temiz aşkı kıskandığı için tekrar Zeliha’ya dönüyor, Zeliha’yı sevdiğinden değil. Selim bunların farkına hep sonradan varıyor ve aldatılmışlık ruhunu sarsıyor. Toplumdan böyle kademe kademe uzaklaşıyor. İdeal bir adam arıyor kendisine ama yok öyle biri!. Hepimiz öyleyiz. Hepimiz arıyoruz ama yok öyle bir insan. Bir gün bir bakıyorsun ki sevgi, inanç istismar ediliyor. “o yapmaz, etmez” diyorsun ama yapıyor. Önce kendi ayaklarının üstüne bas diyor Oğuz Atay Selim Işık’ın tutunamamasını anlatırken. Dikkat çekmeye çalıştığı noktalar çok güzel şeyler. Önemli olan düz ve dürüst olmaktır. Bize bunu söylüyor oğuz atay. Toplumda riyakarlık olursa, çoğunluk birbiriyle çelişki içine girerse, düz yaşamak isteyenlerin ayakları yere sağlam basmazsa ruh dünyalarını kaybediyorlar. Biraz da zayıflarsa, anne baba desteğiyle büyümüşlerse gidip intihar ediyorlar ya da ruh sağlıkları elden gidiyor. Belki biz de bu etkideyiz farkında değiliz. Neden intihar, neden bu canavarlık. Oğuz Atay bu sorunun cevabını arıyor daha önce kimsenin yapmadığı şekilde. Bir arkadaşım “intihar bir hastalıktır” demişti. Hayır dedim değil. Geçici bir cinnet halidir intihar. Ve o geçici cinnetin sebepleri vardır. İşte bu sebepleri yok etmek gerekir yazar onu söylüyor. Tutunamayanlarda dürüst insanların tutunmaya çalışacakları bir toplum özlemi var. Onun için roman büyük. Burada dürüst insanı Hz İsa’ya benzetiyor. İsa’ya önce kendi arkadaşları ihanet ettiler. Sonra kendi toplumu ihanet etti. “ biz Romalılara neden vergi veriyoruz biz Yahudiler üstün ırkız” dediler. “hayır eşitsiniz” dedi İsa. Bunun üzerine çarmıha gerdiler. –İslam inancındaki şekli farklı tabii- Burada da Selim İsa gibi ama bir İsa değil çünkü derdini çıkıp da anlatamıyor o kadar güçlü değil son derece zayıf… Ben üniversite ikinci sınıfta okudum. Öyle bir yere geliyordum ki arkadaşlar beni dinleyin diyerek yüksek sesle okuyordum bazı yerleri. Sonra onlar da başladılar okumaya. roman kendi kendini yüksek sesle okumaya yönlendiriyor o kadar güçlü bir üslubu var ki. Bu Roman tamamen ironi üzerine kurulmuş bunu bilerek okuyun, okutturun.
Tutunamayanlar
TutunamayanlarOğuz Atay · İletişim Yayınları · 202061,5bin okunma
·
26 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.