Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Otobüs... Dışarda tam "okuldan kaçma havası" var. Bahar duygularımızı gıdıklıyor. Sadece tabiat değil, yaşama sevinci de çiçek açar böyle günlerde, malum. Puslu, karamsar kış ayları geride kaldığı için midir nedir, bütün sıkıntılar unutulur, "oh be dünya varmış" der insan, "hayat ne güzelkardeşim..."  Zülbiye Hanım da böyle düşünüyordu... 62 yaşındaydı. Aslen Tekirdağlı'dır. İki çocuk annesi. Torunu Emre'nin elinden tutmuş, çarşıya çıkmıştı. Çarşı aslında bahane... Bir başka severdi Zülbiye Hanım Emre'yi... Hani "yeri başka" derler ya, öyle. Çok istediği spor ayakkabıyı alacaktı ona... Çünkü torunun bıyıkları terlemeye başlamıştı. Kızlara hava atmasının hem yaşı, hem mevsimi gelmişti...  Sibel ile Sinem ise, kız kardeşler. İkisi de su damlası. Biri 23, öbürü 19'undaydı. Onlar da aslen Kayserili. Sibel nişanlıydı. Kısmetse gelecek ay evlenecekti. Kısmetse... Sinem, açık öğretim fakültesinde okuyordu. Sınavı vardı önceki gün... Ablacığı onu yalnız bırakmamıştı. Kapıda beklemiş, dua etmişti, zihin açıklığı için... İyi geçen sınavdan sonra kol kola girmişler, bir yandan yürüyor, bir yandan bıcır bıcır laflıyor, kaynatıyorlardı. İşte ne bileyim, düğün nasıl olacak, duvak uzun mu olsun kısa mı, hangi bulaşık makinesi alınsa acaba falan... Ağabeylerinin kulaklarını da çınlatıyorlardı tabii... O şimdi asker... Afyon'da acemi birliğinde... Zaten düğün tarihi de onun için gelecek aya alınmıştı... Yemin edecek, dağıtım izninde düğüne gelecekti.  Diyeceksiniz ki, "eeee?"  E'si şu... Sizin gibi, benim gibi, hayalleri olan, geleceğe dair mutluluk planları yapan, içlerinde mevsimsel mutluluk tomurcukları açan bu sıradan insanlar, evlerine dönemedi önceki akşam... Çünkü öldürüldüler.  "Demokratik gösteri haklarını" kullanan kansızlar, belediye otobüsünü ateşe verdi İstanbul'un göbeğinde. Sonra da yokuştan aşağı ittirdi... Zülbiye Hanım, Sibel ve Sinem, o yokuşun sonundaydı.  Zülbiye Hanım'ı arka lastiğin altından çıkardılar. Alışveriş torbası elinde... Ama el, vücudunda değil. Kopmuştu. Nasıl sarıldıysa o el o torbaya, bırakmamıştı. Aslında haklı... Kapkaççılardan "illallah" demişti o da, hepimiz gibi... Kaparlar maparlar, neme lazım. Ama İstanbul'un göbeğinde PKK olur mu? Aklına gelmemişti doğrusu... Emrecik kenarda ağlıyordu. Devlet baba işe yaramamış, Allah baba korumuştu yavruyu... Gözünün önünde babaannesinin cesedi, aklında ömür boyu cevaplarını bulamayacağı sorular... Hastaneye götürüldü Emre... Sonra itfaiye geldi. Söndürdüler otobüsü. O da ne? Altında iki ceset daha var. Tanımak imkânsız... Kömür. Sağa sola savrulan çantalardan birinden Sinem'in sınav başvuru kağıdı çıktı da, öyle öğrendiler ailesinden öbür kömürün kim olduğunu...  Peki bu katliam nerede yaşandı? Kötü bir şaka gibi...  "Gazi" Caddesi'nde. Ama bu insanlar ne şehittir, ne gazi... Olsa olsa Niyazi...  Neden Niyazi? Son olarak bunu da yazalım, bitirelim... Kızlar toprağa verildi dün. Ne bir belediye başkanı geldi başsağlığına, ne bir milletvekili, ne bir bakan, ne başbakan, ne de AB temsilcisi... Belli ki, kimse üstüne alınmamış... Bir tek kim geldi biliyor musunuz? İETT Müdürü... Otobüs öldürdü onları çünkü...
Sayfa 175 - Kırmızı Kedi (PDF)Kitabı okudu
··
59 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.