Gönderi

Bir kızın evlenmeden bekâretini kaybetmesi açıkça ataerkil olan eski dünyada, hem aileyle kızın kendisinde utanç verici bir denetim eksikliği hem de kızın babasına karşı işlenen bir mal suçu oluşturuyordu. Baba evinin bir parçası olarak kızlar, tıpkı karıların kocalarına ve kölelerin efendilerine ait olması gibi, kelimenin tam anlamıyla babalarına aitti. Ancak kölelerin aksine kızlar ve karılar satılamazdı. Bir kızın hem aile reisi hem de genel olarak toplum için esas değeri evlilikte verilebilmesiydi. Babanın kızını verme hakkı, bugün anladığımız gibi mecazi bir teslim etme, yani kızıyla özel bir gün paylaşan ve yüzü sevinçten ışıldayan bir babanın oynadığı rol değildi. Bu, fazlasıyla gerçek ve yasal olarak son derece bağlayıcıydı. Birçok önemli şey evliliğe bağlı olabilirdi: Güç, toprak, ün ve servet, hatta belki de savaş ve barış. Bir kızın evlenebilirliğiyse bekâretine bağlıydı. O olmazsa, geri kalan hiçbir şey mümkün olmazdı. Kızın üreme bakımından saflığını yitirmiş bedeni, artık üst sınıfın toplumsal ekonomisine bağlı değiş tokuşlar için faydalı değildi. Faydalı bir insan hamuru olan bedeninin değeri neyse, kızın değeri de tam olarak oydu.
Sayfa 199
··
15 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.