Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

360 syf.
5/10 puan verdi
EFSANE - DEHA (2 KİTAP BİRDEN) Yine yıllarca yorumunu geciktirdiğim bir kitap daha. Efsaneye yorum yapmak istemiştim ama sonra üşendim ve Deha’yı bitirdim ve şimdi Şampiyon’u yarılamak üzereyim ama hala daha yorum yapmamış bir şekilde dolanıyorum, harika :’) Neyse çok konuşmadan hemen geçmek istiyorum çünkü (çok çok fazla üzülerek söylüyorum ki) daha çok olumsuz yorum yapacağım. Çünkü o neydi öyle ya? Hayatımda okuduğum en kötü karakterler hiç şüphesiz Day ve June ikilisi olabilir. Şimdi ilk öncelikle ilk olaraktan biraz kitabın konusundan bahsedeceğim. Eski Amerika Birleşik Devletleri yıkılınca yerine Cumhuriyet adında yeni bir ülke mi diyeyim şehir mi diyeyim ne benzeri bir şey yapılıyor ve halkı yönetmek o yoklukta vesaire çok zor olduğu için de bir çeşit yeni ve biraz zorba bir sistem getiriliyor. İşte en iyisini seçmek için Denemeler vesaire vesaire. Ve bu denemelerde başarısız olan, yani belli bir puanın altında kalan çocuklarda öldürülüyor. Aynı zamanda bu ülkede Veba salgını da var ne yazık ki. Sonra bu ülke benzeri Cumhuriyette abisi asker ve kendisi de ajan, aynı zamanda Denemeden 1500 tam puanı alan ilk ve tek kişi, tam bir ‘Deha’ olan (bana kalırsa değil) 15 yaşında June adında, ülkesine tamamen kendini adamış, Cumhuriyet’i çok seven ve onu çok doğru bulan bir kız karakterimiz; Onun aksine Denemeden en düşük puanı(?) almış ve Cumhuriyetten nefret eden, aynı zamanda ülkenin aranan en tehlikeli suçlusu ve bu nedenle başına 200.000 not ödül konmuş, Day adında, 15 yaşında bir erkek karakterimiz var. Ve tahmin edersiniz ki bu iki karakterimizin yolları bir gün kesişiyor. Çünkü Cumhuriyet June’ı, Day’i bulması için görevlendiriliyor ve bizim akıllı, zeki kızımız ülkenin yıllarca bulamadığı aranan en büyük suçlusunu hemencecik buluveriyor. Şu saçmalığa bakın. 15 yaşında kız sizin (sizin diyorum o bir sürü görevli askerin) yıllarca bulamadığınız ve yine 15 yaşında ülkenin aranan en büyük suçlusunu buluyor… Tam çıldırmalık. Ve tüm bunları geçtim, karakterler o kadar yüzeysel ve ergen ve bir o kadar da saçma düşüncelere ve garip zevklere sahipti ki. Hele June… Yani nefret ettim onun duygularından. Birine aşık olmasın istedim. Hiçbir duygusunu ve düşüncesini samimi bulmadım. Nasıl bulabilirim ki zaten? Hem Day’i seviyorum diyor, onun tekrar beni öpmesini istiyorum diyor, iki cümle sonra Anden’ı görüyor ve yok kafamı iki santim yana çevirsem dudaklarımız birbirine değer yok kafamı üç yüz altmış derece döndürsem onu öpebilirim gibi hastalıklı olasılık hesaplamalarına girişiyor ve onu Agatha’dan bile daha şiddetli öldürmek istememe neden oluyor… Ve sonra yine aynı şekilde Day’in ilgisini ve sıcaklığını özlediğini söylüyor ve yine iki cümle sonra da Anden ona ilgi göstermediğinde (çocuk bile düşünceli, Day’le onu bildiği için çok fazla June’a şey yapmıyor, June’ı sevmesine rağmen) yok hayal kırıklığına uğradım yok bilmem ne. Ve bu son yakınmam. Day’ı severken Anden’la öpüştüğünde bundan memnun olduğunu ve ZEVK aldığını söylüyor. ALLAHIM YARABBİM DİYORUM VE GEÇİYORUM DİREK… Day ise araya sıkışıp kalmış, genel olarak sevmediğim ve sevmememin nedeni olarak da çoğunlukla yazarı suçlayabileceğim bir karakter. Çünkü onu sevmemem de en büyük etken şuydu: Yazar kitaptaki diğer karakterleri sanki kitaba sadece Day’ın ne kadar harika olduğunu anlatması için yazmış gibi hissettim. Ne zaman Day yaralansa veya okuyucunun ‘ya sanki Day o kadar da harika değil mi?’ diye kafasında bir soru işareti oluşsa hemen herkes, ‘Day harika.’ ‘Aramızdaki en iyi koşucu o.’ ‘O bir yıldız.’ ‘Devrimi başlatabilecek, halkın dinlediği tek kişi de o.’ Vesaire vesaire şeyler söylüyordu ve bu beni çok rahatsız hissettirdi. Yazar hep June ve Day’ı ve onların zekiliklerini falan kitaptaki diğer karakter vasıtasıyla övdü ve sanki bunu kendisi yazarak hissettiremediği için yazmış gibi hissettim gibi bir şey. Karakterler gerçekten zeki değillerdi sadece yazar nerede ne zaman neyi çıkaracağını çok iyi bildiği için kurguyu tıkır tıkır işlemişti, o kadar. Ve Day gerçekten ama gerçekten çok fazla ‘ergendi.’ Gerek June ile kavga ettiğinde ona söylediği şeyler gerekse Anden’ı tehdit ediş biçimi ve devrim yapmak çocuk oyuncağıymış gibi konuşması falan… ne diyeceğimi bilemiyorum yani. Zaten Day bir kenara June bir kenara ikisinin ilişkisi de en az onlar kadar yapmacıktı. Her şey olması gerektiği için oluyormuş gibiydi. Her zaman baş karakterler birbirini sevdiği için seviyorlarmış gibi. Gelelim Tess’e. Onu birinci kitapta dahil pasif bulmuştum ve ona karşı nötrdüm açıkçası. Pek bir numarası yoktu. Ve Day’in June için onu kelimenin tam manasıyla satmasa da gizliden gizliye satacağını da az çok biliyordum. Ancak bu zavallı kızımız maalesef sırf Day ve June daha çok yakınlaşabilsin, Day’in tek endişesi June üzerinde kalsın diye yazarın feda ettiği bir karakterimizdi. Yazık oldu. Sessiz sakin, sevimli Tess’imiz ikinci kitapta kıskançlık canavarına dönüştü ve bulabildiği her anda Day’e, ‘O senin şununu öldürdü, bununu öldürdü, sana bunu yaptı, şunu yaptı, hala onu seviyorsun, beni sev.’ yok bilmem ne falan filan. Ve hadi kıskanıyorsun, seviyorsun anlıyorum da bu saldırışının üzerinde iki dakika geçmeden neden tekrar Day’e koşuyorsun? Beni sinir hastası mı yapmak istiyorsun? :( Ve gelelim tek sevdiğim karaktere... Ve her şeye rağmen en samimi bulduğum ilişkiye. Thomas ve Metias. Thomas biraz nefret edilesi ve düşünce tarzı FAZLASIYLA KÖTÜ BİR GARİPLİKTE VE SAÇMALIKTA olan bir karakterdi ama Metias’tan dolayı ve şimdi Şampiyon’da bazı itiraflarından dolayı onu birazcık sevdim diyebilirim ama azıcık. Çok azıcık. (Çünkü aynı küçük itiraflardan dolayı aynı zamanda ondan da nefret ediyorum.) :( Ama Metias… kitabın neredeyse sadece otuz sayfasında bile olsa, sanırım yazarın duygularını (en azından benim için, yani bana) en samimi ve içten hissettirebildiği tek kişi oydu. Gerek kardeşine karşı olan sorumlulukları ve onun için yaptığı fedakarlıklar, onu koruyup kollaması, ailesi için duyduğu yıllardır geçmeden keder ve Thomas’ı bir beklentiye girmeden masumca sevişi… Gerçekten en çok onun duygularına inandım ve Thomas itiraf yaparken (kendisi ve Metias’la ilgili) çok üzüldüm. Hele Metias’ın öyle hayal kırıklığına uğramış bir şekilde ölüşünü okuyunca daha bir garip oldum. Keşke Metias yaşasaydı ya… en çok buna üzülüyorum sanırım. Ve birde kurgunun karakterlerden dolayı bu kadar harcanışına. Evet küçük çaplı baktığımızda kurgu sıradanlaşmış distopya klasiği gibi duruyor. (İşte iyi olduğu düşünülen düzen, buna inanan kız ve sonunda bu sistemin kötü sırlarının açığa çıkması ve çocukla buna dur demeleri falan) ama geniş açıdan baktığımızda fena sayılmayacak bir kurgu bence. Özellikle ikinci kitapta Vatanseverler ve Cumhuriyet arasında geçen o anlaşmayı okuduğumda gerçekten ‘vay be’ dedim. İyi düşünülmüştü. Ve son olarak nasıl Labirent serisinde, Işıl’ın yayılma amacını saçma bulduysam burada da Veba virüsünün yayılma amacını saçma buldum ki zaten, Işıl’ın yayılma amacıyla aynıydı: Ülke nüfusunu azaltmak… (Derin bir soluk veriyorum) Bunun dışında kitap akıcıydı ama karakterler yüzünden ben yine de okurken açıkçası bazen sıkılabiliyorum. Hatta çoğunlukla. Ve şunu da söyleyeyim, herkes genel olarak ikinci kitabı daha çok beğenmiş ama ben biri daha çok sevdim. Ve umuyorum, Şampiyon güzel olur. Hatta bu konuda ümitliyim çünkü şuan iyi gidiyor. Thomas’ın itiraf yaptığı yerleri falan çok güzel buldum ve cidden güzel olacak gibi. Umarım yanılmam ve Final kitabı bana tüm bu saçmalıkları unutturur. Şimdilik bu kadar. :’) DİPNOT: Keşke karakterler 15 yaşında olmasaydı.
Deha
DehaMarie Lu · Pegasus Yayınları · 20162,847 okunma
·
23 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.