"Ebru çok ilginç bir sanat" dedi karşısında oturan tatlı yüzlü, gözlüklü kadın. Ve ekledi: "Ebruyla uğraşırken bütün sinirim stresim ortadan kalkar."
"Ne güzel" dedi. Karşısındaki kadının gözlerine baktı. Kadının gözlerinde bir şeyler aradı. Bulamadı. Gözlerini kadının üzerinden çekmeden uzaklara daldı. Önce bir yağmur bulutu getirdi gözlerinin önüne. Bir ses duydu: "Yağan yağmur duyar mı bilmem, topraktaki mutluluğu?"
Bir yokuş getirdi gözlerinin önüne sonra. Yokuşun sonunda bahçeli bir ev. Evin bahçesinde kitap okuyan bir kadın. Ne zaman geçse bu evin önünden, orada kitap okuyan o kadın olurdu. Kadının yanına gitti, tuttu ellerinden. Uzaklardan bir piyano sesi duyuldu. O sese doğru yürüdüler.
Bir kuş, rıhtımdan gökyüzüne doğru kanat çırpıyordu.
Adının 13. defa tekrarlanmasıyla düşüncelerinden sıyrıldı. Karşısındaki kadın "ben gidiyorum" deyip kalktı. Kadının arkasından bakmadı. İki çay söyledi. Birini içmedi. O yokuşa geri döndü. Evin önüne geldi. Güneş kızıla çalıyordu. Cebinden, Abdürrahim Karakoç'un güzel bir el yazısıyla yazılmış şiirini çıkardı, okudu:
"Ve güneş vurunca topraktan yükselen buğu
Doldursun diye
Yerle gök arasındaki boşluğu
En masum sevgiye
Eklediğim sensin"
Bahçeye baktı. Ne zaman geçse bu evin önünden, orada kitap okuyan o kadın olurdu. Bugün yoktu. Dün de..
Kulakları bir piyano sesi aradı. Bulamadı. Mezarlığa doğru yürüdü.
Bir kuş, rıhtımdan gökyüzüne doğru kanat çırpmadı.