Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

217 syf.
7/10 puan verdi
·
Beğendi
·
25 saatte okudu
#göbeğinideğilkitabınıerit yaz için elimde olan kitapları nasıl eritebilirim’in üzerine durup hem kitapları okumaya hem de yorumlamaya çalıştığım etiket olacak kendisi. daha önce şöyle bir şeyler yazmıştım. nasıl’ı görmek için, kargadankadindi.tumblr.com/post/1741836750... üç gün önce okuyup ancak yorumunu yapabildiğim kitap: Thomas More- Utopia. (1516) kitap üç kahramanın konuşması etrafında dönüyor. bunlar anlatıcı, peter giles ve raphael hytloday. anlatıcının tanıdığı ve çok sevdiği peter giles, bir gün yanında yabancı biriyle çıkagelir. anlatıcı ile bu beyin muhakkak tanışmasını ister. karşıdan gemici gibi görünen bey seyyahtır. böyle olunca ilgi birden artar. hytloday’in anlatacakları merak edilir. ama burada önemli olan çeşitli yaratıklar, canavarlar değildir. bunları herkes anlatabiilr. önemli olan dünyada iyi, mutlu bir düzeni kuran bir devlet olup olmamasıdır. iki bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde zamanın düzeni açıkça eleştirilirken -kitap aslında genel olarak ingiliz düzeninden bahsetse de diğer ülkelerden verilmiş olan örneklerde görülür ki toptan bir eleştiridir- ikinci bölümde raphael tüm bu sorunları aşmış olan, mükemmel düzendeki utopia ülkesinden söz eder. ölüm cezası, köleliğin gerektiği koşullar, dini özgürlük, dünya denilen gezegende bazı taşlara göre az bulunduğu için neredeyse tapınılan, yerlere göklere sığamayıp boyunlara, bileklere geçirilen değerli(!) taşlar, çalışma saatleri, iş bölümü gibi birçok konu üzerinde durulur. ütopya kavramını bize kazandıran kitap, aynı zamanda ilk sosyalist kitap olma özelliğini de taşıyor. anlatılan düzen, bilimsel sosyalizmle tamamen eşitlik göstermese de sosyalist bir düzen önerisi olduğu açık. aslında kitapla ilgili konuşacak pek çok şey var, fakat ben kitabı iş bankası kültür yayınları’ndan okudum ve kitabın içinde aynı zamanda mina urgan’ın bir incelemesi de yer alıyordu. o nedenle burada fazla incelemeye girmeyeceğim. benim altını çizip muhakkak bir şeyler söylemem gerek, dediğim kısımlara zaten incelemede dikkat çekilmiş. şimdi bahsetmek istediğim şeyler biraz daha hem kitapta hem de incelemede katılmadığım düşünceler olacak. ilk olarak, mina urgan incelemesinde more’un kadın-erkek eşitliğine verdiği önemi ballandıra ballandıra anlatıyor. dönemine göre çok daha ilerde bir anlayışa sahip de olsa bana göre more kendini kadına eşitliği bağışlayan bir bağışçı olarak görmekten kurtulamamış. yani esas olan kadın-erkek eşitliği değil de, erkeğin kadına kendiyle aynı hakları bahşetmesi gibi duruyor. bunu da bir bayram sabahı tasvirinden anlıyoruz. more’a göre bayram sabahları insanlar kiliseye gitmeden önce günahlarını açıklamak, oraya temiz gitmek isterler. bunun sonucunda çocuklar ebeveynlerinin, kadınlar kocalarının ayaklarına kapanıp günah çıkarır. burada iki önemli sorun var: bir, kadınların kocalarının ayaklarına kapanması kocaların üstünlüğünü belirtmiyor mu? iki, kocaların hiç günahı yok mu? eğer varsa onlar niye kadınlarının ayaklarına kapanıp bunu açıklamıyorlar. kocaların kimsenin ayağına kapanmaması ya günahtan arındırılmış olduklarını ya da günahı aile dışında başka bir mecliste açıkladıklarını gösteriyor. ki her ikisi de kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği gözler önüne seriyor. ilk olasılıkta günah işlemeyecek kadar mükemmel varlıklar olarak görülen erkekler ikinci varsayımda da ailenin en üst mevkii olarak hesabını daha üst bir otoriteye veriyor. bu da aslında onları ailenin değil, üst makamın bir üyesi; ailenin ise koruyucusu(?) yapıyor. bu kafa yapısında ise eşitlik değil, en iyi ihtimalle eşit yasal haklar söz konusu olabilir. ikinci olarak bahsetmek istediğim konu ise kölelik ve askerlik. utopialılar köleliğe neredeyse karşılar. ama neredeyse. savaşa kesinlikle karşı olan bu toplum karşısındaki düşmanı da kırmak istemediği, ona da insan olarak baktığı için savaş sırasında ellerinde silahlarla yakaladığı askerleri öldürmek yerine onları esir alıyor, köleleştiriyor. yahut büyük suçlar işleyen özgür insanlar ceza olarak köleliğe çarptırılıyor. ne olursa olsun insanın insan üstünde bu denli hakimiyet kurması, kişinin özgürlüğünün yanında özgür olduğu düşüncesinin bile elinden alınması bana hiç insani gelmiyor. ölüm cezasına karşı olan bir toplumda, bedenler yerine ruhlar öldürüyor. bu kölelerden bahsettikten sonra geçen askerlik mevzusu da başlı başına bir mesele. pek değerli ve düşünceli utopialılar kendi halkını da karşı tarafın askerlerini de katletmek istemediği için öncelikli olarak karşı taraftaki önemli kişilerin başlarına bir ödül koyup savaştığı ülkenin sokaklarına bu haberi yayıyor. işe yaramazsa iç savaş çıkarmaya bakıyor. o da işe yaramazsa bu defa paralı asker tutuyor. karşı taraf bu askerlere daha büyük bir para öder de askerler oraya geçerlerse, yahut işin içinden çıkamazlarsa, son çare olarak kendileri meseleye el atıyor. burada utopialıların insana verdiği değer öyle bir savunulmuş ki sanırsın kimse ölmedi. ama önemli olan -ne kadar her iki tarafın da düşünüldüğü söylense de- ne yazık ki sadece utopia halkı. bunu açık açık yazsa more’a, “bak aslında eşitlikçiyiz, insan canı falan demiş ama tam olarak öyle de değil gibi” dese mina urgan’a tek sözüm olmazdı. sonuçta savaş hali. elbette kendi ülkendeki insanları düşüneceksin. ama herkesi düşünüyoruz deyip kendi halkının kurtulması için karşı tarafı iç savaşa sürüklemek hiç de insan canına önem veren bir hareket değil.olacak olan ölecek masum ve sivil halka olacak. iç savaşlar zaten bunun en belirgin örneği değil mi? yahut sırf senin vatanını korudukları için para alıyorlar diye, öldükleri zaman zaten senden aldıkları paraları da sana kalan bir zümreyi öne sürüp kalkan olarak kullanmak, ne kadar insanca? tersi sayfalarca savunulup olumlu eleştirilere konu olsa da ben işin özünün farklı olduğunu düşünüyorum. herkes kendini aklamak ister, hele savaş gibi bir konuda. savaş üstüne kısmında yazılanlar da kulağa utopia’nın aklanma çabası gibi geliyor. üçüncü önemli mesele ise inanç özgürlüğü. utopialılar herkesin istediği tanrı’ya inanmasına izin veriyor. onlara göre ağır suç olan birbirlerinin dinini kötülemek. dini merkezleri de tüm dinlere açık. her gelen ibadetini yapabilsin diye bir dine özgü sembol, resim, heykel vb. şeylerden arındırılmış. onlar tüm dinlerin bir tanrı etrafında birleşmeye yaradığını düşünüyor. inanış şekillerimiz, ibadetlerimiz farklı olsa da bunlar aynı denize akan farklı kollar, diyor ve hepsine sevgiyle yaklaşıyorlar. buraya kadar her şey ne kadar mükemmel. keşke böyle kalsa, değil mi? ama kalmıyor: inançsız olmak yasak. halbuki bu da bir inanç. yaratıcı olmadığına inanç, bilime inanç, (günümüz için) evrime inanç. bunlar da kesin kanıtları olmayan ama kabul ettiğimiz şeyler değil mi tanrı gibi? tanrı’nın varlığına yüzde yüz geçerli kanıtlar gösterilebilir mi? her inanç özgür ama birleştirici bir tanrı fikrine inanıyorsan, demek biraz şeye benziyor bana kalırsa, bir dinin içinde tüm tarikat, mezhep vb. farklılaşmış kollar meşru görülürken o dinin dışında bir görüşün cezalandırılmasına. üstelik bu düşünceyi yaymak ölüm cezasından şiddetle kaçınan utopia’da ölüme götürebilecek suçlardan biri olarak görülüyor. böyle olunca buraya kadarki güzelliklerin hepsi domino taşları misali yıkılıp gidiyor gözlerimin önünde. dönemi için müthiş bir inceleme ve öneri kitabı olsa, öneriler genel olarak dönemin üzerinde bir anlayış taşısa bile okurken engel olamadığım düşüncelerim bunlar oldu. mina urgan gibi müthiş bir pozitiflikle yaklaşamadım maalesef. fakat yine de incelemeyi okumak benim için çok çok faydalı oldu. sosyolojik yönünü kendim çıkarımsayabildiysem de more hakkında pek çok bilgi edindim. özellikle yaşamı ve kişiliği hakkında öyle güzel şeyler var ki. mesela bunca olumsuz yorumdan sonra hala more’u sevebiliyorum. gerçekten güzel bir insan tanımak için bile okuyabilirsiniz. onun dışında bu zamandan çok önce yazılmış olan platon’un devlet’i ile karşılaştırılan bir bölüm ve ütopyanın bir tür olup günümüze kadarki gelişimini anlatan, önemli ütopya ve distopya kitaplarına yer verilen bir bölüm de var kitapta. biri tavsiye istese kesinlikle bir türe ismini vermiş olan bu kitabı incelemesiyle okumasını tavsiye ederdim ------ “(savaş üzerine) bense bu sanattan ne anlarım ne de anlamak isterim.” belki çok normal bir cümle gibi görünüyor fakat benim kendimi bulduğum ve farklı bir tonla defalarca okuduğum cümlelerden biriydi. ne de anlamak isterim. her şeyi merak eden, öğrenmek isteyen bir insan için bunu söylemek, vurucu bir şey söylemek oluyor. “ne anlarım, ne de anlamak isterim.” müthiş. “insan çok kez öne sürdüğü düşünceden vazgeçmeyi kendine yediremez. yanıldığını açığa vuramaz. kendi ününü kurtarmak için halkın yararını feda eder.” “halkın yararını” kısmını “herhangi bir şeyi” olarak değiştirirsek herkesin düşünmesi, sonra da aklında tutması gereken satırlar. eğer “ben düşüncelerimin esiri değil, sahibiyim” gibi bir mottom olmasa sanırım buradan türerdi. “en soylu, en insanca erdem başkalarının acılarını dindirmekte, onlara umut ve yaşama sevinci vermekte, bir başka deyimle, dünyanın tadına varmalarını sağlamaktadır. peki ama başkalarına ettiğimiz iyiliği kendimize niçin etmeyelim? tabiata aykırı gitmek değil mi bu? çünkü iki yoldan birini tutmak gerek: hoş yaşamak, dünyanın tadını çıkarmak ya iyi bir şeydir ya kötü bir şey. kötü bir şeyse başkalarına onu sağlamak şöyle dursun, kimde varsa elinden almak, herkesi ondan korumak gerekir. iyi bir şeyse onu hem kendimiz için hem de başkaları için isteyebiliriz, istemeliyiz de. niçin başkalarına acıdığımız kadar kendimize de acımayalım? kardeşlerimize iyilik etme eğilimini içimize sokan tabiat niçin kendimize karşı insafsız, zalim olmamızı istesin?” (mina urgan incelemesinden, john ball’un dizeleri) “adem toprağı belleyip havva yün eğirirken bey kimdi, efendi kim?”
Utopia
UtopiaThomas More · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202020,4bin okunma
··
42 görüntüleme
Sefa Ayıcı okurunun profil resmi
Elinize emeğinize sağlık oldukça ayrıntılı ve zengin bir yorumlama olmuş , ayrıca blogunuz da oldukça hoş olduğunu söylemek istiyorum umarım burayla birlikte eşgörevli kullanırsınız, bu platform için de güzel ve kaliteli olur paylaşımlarınız.
yasemin okurunun profil resmi
Çok çok teşekkür ederim aslında burada herhangi bir yorum görmeyi bile beklemiyordum, blog için yazdığım bir yazıyı burada da paylaşmak istemiştim yalnızca ^^ gerçekten okuyup değerlendirilmesine ayrı beğenilmesine ayrı sevindim. blog için de utanmalı teşekkürler :')
1 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.