Bazen doğduğumuz coğrafya, sahip olduğumuz aile, akrabalarımız, arkadaşlarımız ve bazen bedenimiz bize yabancı, ait olmadığımız bir dünya gibi gelir. Bunu hemen hemen hayatının en az bir döneminde herkes hissetmiştir. Genelde sorgulayan insanlar varlığını anlamlandırmaya, bir neden bulmaya, sahip olduğu çevredeki hatta kainattaki rolünü kavramaya çalışır. Bu çaba çoğu zaman hayat boyunca devam eder ve insanı anlamını bulamadığı bir varoluşta, aidiyet duygusu olmadan yaşamaya mahkum eder. İşte böyle bir hayata sahip olan Tezer Özlü; hiçbir yere, hiçbir kimseye ait olmadan ruhunun sahip olduğu özgürlüğü akıllılık ve delilik sınırlarında hiçbir kalıba, kurala, toplum normlarına bağlı kalmadan yaşamıştır. Çocukluğun Soğuk Geceleri eserinde ise yaşamına dair önemli kesitleri anılarının bir derlemesi olarak okuyucuya sunar.
Kitapla ilgili düşüncelerime gelecek olursak; öncelikle beklentimden çok çok farklı çıktığını söyleyebilirim. İyi ya da kötü buldum diye keskin bir şey söyleyemem. Arada kaldım daha çok ve bunun sebeplerini sıralamam gerekirse; otobiyografi olarak nitelendirilen bu eser tam anlamıyla zamana bağlı sıralı bir yaşam öyküsü değil. Zaman akışı tekniği denilmiş. Bu teknikle yazılmış kitaplarda çok daha fazla yorulur okuyucu; bu kitapta öyle bir durum yok. Roman olarak katagorize etmek de güç; bu konularda çok ahkam kesmek istemiyorum...
Neden arada kaldım peki? Bana göre kitabın havasına uymayan bir anlatım tarzı var. Yer yer hayran kalınacak cümleler ile dalıp giderken, yer yer duygusuzca yazılmış çıplak cümlelerle kendime geldim. Bu yüzden hissettiklerini, yaşadıklarını anlasam da içimde hissedemedim; o atmosferi koruyamadım. Yusuf Atılgan ‘ın Aylak Adam kitabındaki yazım tarzına çok benzetsem de o beğeniyi yakaladığımı söyleyemem. Kısa kısa net cümleler, aralarda duygu aktarımı, kırgın yıkık dökük hisler… Buna rağmen kitap bir bütünlük içinde olmasa da yazarın çocukluğunun soğuk gölgesinde kalan yaşamını, çevresinin batı özentiliğini, intihar girişimlerini, sevgisiz evlilik ve birlikteliklerini, çocukluğundan itibaren sevgiye değil bir erkeğe gereksinim duyduğunu, kalıplara sığmadan yaşadığı cinselliği cesurca kaleme almasına hayran kaldığımı söyleyebilirim.
Çocukluğunda sevgiden uzak kaldığı bir aileye sahip olması, ardından gelen psikolojik sorunlar(manik depresyon), erkeklere yaklaşımı, Hayalet Oğuz, hayatı boyunca direndiği burjuvazi yaşam, okuduğu okuldaki rahibelerin bakireliği, doğadan uzak kaldığı şehir hayatı, hastanede maruz kaldığı insanlık dışı davranışlar, elektroşoklar yazarın hayatında iz bırakmış üzücü gerçeklerden sadece bir kaçı.
Yazarın mahrem duygularını ve erkeklere duyduğu daha çok bedensel hisleri olduğu gibi aktarması okuyuculardan bazılarını rahatsız etmiş olsa da bana göre doğrularıyla yanlışlarıyla hayatının her noktasını kabullenmesi ve cesaretle okuyucuya aktarması yazarın kendine has çizgisini oluşturmakta.
Tezer Özlü etkinliği için Ömer Gezen ‘e teşekkür ediyorum. Kitaptan çok beğendiğim bir paragraf ile kapanışı yapıyorum. Hoşça kalın…
‘’Pazar günleri…Şimdilerde…Sokak aralarından geçerken…gözüme pijamalı aile babaları ilişirse, kışın, yağmurlu gri günlerde tüten soba bacalarına ilişirse gözlerim..evlerin pencere camları buharlaşmışsa…odaların içine asılmış çamaşır görürsem… bulutlar ıslak kiremitlere yakınsa, yağmur çiseliyorsa, radyolardan naklen futbol maçları yayımlanıyorsa, tartışan insanların sesleri sokaklara dek yansıyorsa, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek…………isterim hep. ‘’