Parti’nin yaptığı en korkunç şeylerden biri de,sizi içgüdülerin,duyguların hiçbir işe yaramayacağına inandırmak,ama aynı zamanda sizi maddi dünya karşısında tümden güçsüz kılmaktı. Bir kez Parti’nin buyruğu altına girdiniz mi,ne hissettiğiniz ya da ne hissetmediğiniz,ne yaptığınız ya da ne yapmaktan kaçındığınız hiç fark etmiyordu.Ne yaparsanız yapın ortadan kayboluyordunuz;siz de silinip gidiyordunuz,yaptıklarınız da. Tarihin akışının dışına atılıyordunuz.Ve daha iki kuşak öncesine kadar bunun insanlar için en küçük bir önemi bile yoktu,çünkü tarihi değiştirmeye kalkışmıyorlardı.Onları çekip çeviren,sorgulamayı akıllarından getirmedikleri özel bağlılıklardı. Asıl önemli olan,kişisel ilişkilerdi;hiçbir işe yaramayacak olan bir hareketin,birini kollarına almanın,dökülen bir gözyaşının,ölmekte olan birine söylenen bir sözün bir değeri olabiliyordu. Winston,birden protelerlerin hala böyle olduklarını fark etti.Bir partiye,bir ülkeye ya da bir düşünceye değil,birbirlerine bağlıydılar.Winston,hayatında ilk kez,proleterleri aşağılamadığını ya da onları yalnızca,bir gün zembereğinden boşanıp dünyayı yeniden yaratması beklenen durağan bir güç olarak görmediğini düşündü.Proleterler insan kalmışlardı.Yürekleri katılaşmamıştı.Şimdi kendisinin özel bir çaba göstererek yeniden edinmeye çalıştığı ilkel duygulara tutunmuşlardı.Winston,bunu düşünürken,hiçbir ilgisi yokken,birkaç hafta önce kaldırımda gördüğü ve bir lahana sapıymışçasına bir tekmede yolun kıyısına attığı kopuk eli anımsadı.
“Proleterler insan,”dedi sesini yükselterek.”Biz insan değiliz.”