Flush bir biyografi kitabı. Virginia Woolf bir köpeğin bakış açısıyla bize Bayan Browning'in yani, Victoria döneminin en ünlü şairlerinden biri olan Elizabeth Barrett Browning'in hayatını anlatıyor. Yine de okurken pek çok tepeden bakan cümle vardı, sık sık tanrısal bakış açısı kullanılmıştı.
İçeriğin beni bu kadar saracağına dair hiçbir fikrim yoktu. Woolf'un Mrs. Dolloway ve Kendine Ait Bir Oda'sını okumuştum ben. Dolayısıyla daha ciddi, vurgulu ve alttan alta mesajlara dair hazırlıklıy(mışım)dım. Fakat Flush hiç öyle olmadı benim için. Olduğu gibi sadeliğiyle hoş, az ayrıntılı haliyle etkileyici geldi bana.
Flush, bal gözlü, sarı tüylü Spanyel cinsi bir köpek. Ama bunlar sadece görünüş. Flush'ı gerçekten tanımak istiyorsanız, onun içini bilmeniz gerekir. Flush'ın gezgin ruhunu tanımak için onunla Londra sokaklarında tasmasızca gezmeniz gerekir örneğin, ya da onun zekiliğini anlamanız için ona soru sormanız, filozof ruhuna rastlamanız için yüksek olmayan, ılımlı bi' sesle onun yanında kitap ya da mektup okumanız gerekir.
Flush'ı kendime yakın hissettim ben okurken çünkü o, bilgisiz ve deneyimsiz haliyle aynı deneyimsiz bir insan gibi. Deneyim edininince nasıl davranması gerektiğine dair tüm kalıplara, öğretilere verdiği tepki; insanlara, kendi türdeşlerine ve canlılara karşı aklından geçirdiği fikirler çok içten ve samimi geldi bana.
Bu kitap hakkında bir köpeğin gözünden dönemin en ünlü aşkını yaşayan iki edebiyatçının yani Elisabeth Barrett ve Robert Browning'in aşkının anlatılması şeklinde birkaç yoruma rastladım. Halbuki aşk teması benim için çok sönüktü kitapta. Aşka Flush gibi duyarlı bir köpeğin sessiz kaldığını söyleyemem. Flush'ın Bayan Browning'in üzerindeki aşk havasını hissetmesi, bunu kıskanması, hatta Robert Browning’i bu nedenle ısırdığına dair anıları hala aklımda. Ama demek istediğim şu ki.. ben bu kitabı dönemsel bir aşktan çok, sevgili bi' ruhun hayata ve insanlara dair eşsiz deneyimleri, bakış açısı olarak okudum. Elbette bu, yaşanan aşkın güzelliğini görmezden gelmek değil; neler yaşandığından çok, bakışın içtenliği etkiledi beni kitapta.
Woolf'un kaleminden ilginç bir dünyaya konuk olduğum yaklaşık 140 sayfa boyunca tarifsiz bir bağ, arkadaşlık içinde filozof ruhlu, samimi bir köpekle vakit geçirdim. Yine de en iyi sahibesi, Elisabeth Barrett'ın defterine onunla yeni tanıştığı zamanlarda yazdığı bi' şiirle daha çok yakınlaşabilirsiniz belki Flush'a:
''Şu köpeğe bak. Dün buradaydı daha
Dalmıştım onun varlığını unutup da
Düşünceler birbirini kovalarken döküldü yaşlarım,
Islak yanaklarımı yastığa koyarken,
Tüylü bir baş yaslandı birden
Yüzüme doğru -iki altın sarısı, parlak göz
Şaşkına çevirdi beni
Çarpıp düşük kulaklarını, sildi yanaklarımdaki ıslaklığı!
İrkildim önce, Arcadia'daydım* sanki
Keçiye benzeyen bir tanrı afallattı beni
Ama tüylü gözü yaklaşıp da göz yaşlarım kuruyunca
Tanıdım onu- Flush'tı
Yükseldim şaşkınlığın ve hüznün üzerinden
Şükür ki gerçek Pan'a**
Ufacık bir aşkın en büyüğüne neden olanına.''
Arcadia*:Eski Yunanistan'da sade ve mesut bir ırkın oturduğu rivayet edilen dağlık bir ülke.
Pan**:Pan, Yunan mitolojisi'nde kırın, satirlerin ve çobanların tanrısıdır. Bu tanım, Pan'ı doğa ile doğrudan ilişkili kıldığı için pastoral bir nitelik arz etse de Pan'ın bütün mitoslarda yarı keçi yarı insan suretinde tasvir edilmesi onu korkutucu bir figür haline getirmiştir.