Ama onun o değişken hallerini neden seviyorum? Neden onu bağışlıyorum ve dörtnala ona koşuyor gönlüm, sevecen bir oğul gibi, kafesten salınan bir kuş gibi?
Güneş bu kocaman aynada kendine bakıyor gibiydi ve yolumdan başlayarak ta uzak kıyıya kadar uzanan gölün tamamını göz kamaştıran bir ışığa boğuyordu. Işıktan kamaşmış gözlerime doğa, güneşten değil, gölden ışık alıyormuş gibi görünüyordu.
Bizi daha önce birlikte görmeye alışmış gözlerini bana kaydırıyorlar usulca, anlayışlı. Bin kez boğuyorum kahkahalarımı içimde, üzülsünler, yanılsınlar istemiyorum. Kendi sevi türkümü söylüyorum hafiften. Üzünçlü, kısık bir şarkıda birleşip güneşli baş dönmeli havalarda bırakıp gitmelerin türküsünü. Vermeyi, almayı ve bir şeyler beklemeyi bilmenin, güzel bitirmelerin türküsünü. Aşkı araba beygiri gibi sırtlarında taşımayı, bir bunu bilenler yüksekten söyletmiyorlar türkümü. Somut bir yük onlara aşk. Birtakım senetler, anlaşmalar, şartlar, şurtlarla yüklenilip beygirce çekilen, sonunda beygirine öldüren ya da yine şartlar, şurtlar, pazarlıklar, artırmalar, indirmelerle beygir değiştiren bir yük.
Umut verdi çocuğa - Ne umudu? Umut mu verdim? Bakın ne güzel umut vermişim. Ya siz ne verdiniz? Siz onu bile vermediniz bana. Sıkıldım işte. Sıkılmamı bildim. Yeşile boyalı bahar resimleri sevmeleriniz bana. Bahar temizliğine zorunlu ev kadınları sevmeleriniz.
(...) çözülen düğümler bir de, yeni yepyeni biçimlere düğümlenmeye, düğümlere çözülen düğümler - bir kız çocuğu kayıp giden, sofradan kopabilen, uçucu, kurtulmuş yükünden, bir sofra çemberinden, bir bahçe özgürlüğüne konabilen.
Somutlara güvenimiz yok hiç, onlar kalmaz, yok. Herkesler, her şeylerini çok şeylere harcıyorlar, tutsak kılıyor bu şeyler onları, hep onlara çarpıyorlar yasantılarında.