Spoiler içerir.Bence inanılmaz heyecanlı ve çok sürprizliydi (!)
Herşey kaldığı yerden ‘daha tuhaf’ ilerliyor. Bu kitabın can alıcı noktaları Kızıl Düğün, Joff suikasti ve Stannis’in Sur çıkartması.
Tamam, Robb ve özellikle Catelyn’den her ne kadar haz etmesem de bir düğünde vahşice katledilmeleri bana bile ağır geldi. Yazar, okuru o kadar usturuplu şaşırtıyor ki kitabın en son sayfasında buna tam kanaat getirdim.
Ölümlerin bazen insana ne kadar iyi hissettirebileceğini de Martin bize Joffrey’i geberterek öğretiyor. Kendi düğününde yavaş yavaş, kıvrana kıvrana can veren Joff’la ilgili o satırları okumak bana, “oh bee” dedirtti, içimin bütün yağları eridi.
Kabağın benim favori Lannister’ımın (Tyrion) başına patlaması, Sansa’nın yağmurdan kaçıp doluya tutulması, ve zincirleme bir sürü şey. Karizmatik Tyvin de evlat kurbanı oldu. Haketmek için baya çaba da sarfetti üstelik.
Stannis, Sur’un çağrısına El’i sayesinde ilk cevap veren kulak oldu. Öyle bir noktada savaş yerine intikâl etti ki bütün seyiri değiştirdi. Ve elbette hiçbir iyiliğin karşılıksız olmadığını da bizlere hatırlattı.
Hiç değinmediğim başka bir konudan bahsetmek istiyorum, çeviri.
Okumayı bu kadar keyifli hâle getiren çok önemli bir unsur.
Sibel Alaş o kadar ustaymış ki, aynı anlama gelen başka kelimeler mevcutken, o hiç duymadığımız veya kitabın özgünlüğüne uyacağını düşündüğü bazı eski kelimeleri (çoğu Arapça kökenli) araya serpiştirerek bizlere öğretmekten de geri durmamış.
Kendisine çok teşekkür ediyorum.
Bana öğrettiği birkaç kelime:
Behemehâl = herhalde, ne yapıp yapıp, mutlaka
Defaten = ansızın, bir kerede
İrtikab = bekleme, gözleme
Salahiyet = yetki
...