Peşin not: Vegan olmayan ama son zamanlarda veganizmi araştırmaya çabalayan, bu konuyla ilgilenen bir hayvansever.
Çocukluğumdan beri hayvanları çok severim, kedilerim, balıklarım oldu. Kedim hala var hatta. Defalarca sokakta gördüğüm bir köpeği, kediyi eve almak için anneme yalvar yakar ağlardım. Kışın kalan ekmekleri babamla ıslar, balkona bırakırdık kuşlar yesin diye ama ilk vejetaryen bir arkadaşımla tanışıp fikir alışverişi yaptığımda – lise – bir daha et yememe fikri bana çok uç ve saçma gelmişti. Hatta öyle ki hayatını süt, yoğurt, yumurta, bal gibi yiyecekler yemeden geçiren insanlar bile vardı. Ne yiyorlar acaba, hiçbir şey yemiyorlardı resmen. Üç beş sene önce bana bu kadar uzak gelen fikre şuanda çok samimi bakıyor olmam gerçek bir dönüşüm değil de nedir?
Şuana kadar onlarca konu başlığıyla, irdelemeyle çıkmışımdır insanların karşısına ama ne din, ne cinsellik, ne politik görüşler... Deneysel olarak vejetaryen yaşadığım 1 aydan yola çıkarak bir skala çıkarmam gerekirse bu toplumun en büyük tabularından biri et yemek! Gittiğim kitapçıdan veganlarla ilgili kitap istediğimde yüz ekşitme mi dersiniz, dost sofralarında bir süreliğine et yemeyeceğim dediğimde ardı arkası kesilmez tartışma ortamına çekilmem mi dersiniz, hiç beklemediğim insanların bile geçerli bir bilimsel bilgi göstermeksizin ezberletilmiş karşı çıkmaları mı dersiniz... İstisnasız her kesimin nefret odağında olduğun yetmemiş gibi bir de milyon defa yapılınca asla komik olmayan şakaların öznesi olmak mı dersiniz... Bu 1 ayda büyüdüm, geliştim, olgunlaştım, hintli keşişlere dönüştüm. Hoşgörü namına her şeyi bünyemde barındırır oldum. Hem daha araştırma aşamasında olduğum için – konuya pek hakim değilim - hem de insanların bu tutumunu bildiğim için bu incelemeyi de yazıp yazmamak arasında ikilemde kaldım. Sonra amaaan ne olacak yani dedim, bu yürek ne linçler kaldırdı bunu mu kaldıramayacak? Hem dozunda tartışmak iki tarafı da geliştirir. Hadi o zaman başlayalıım.
Öncelikle kitap iki ilke öne sürüyor, bu ilkeleri kabul etmeniz doğrultusunda ilerliyor ve veganlık hakkında en çok merak edilen soruları teker teker ele alarak cevaplıyor.
Bu ilkelerden ilki: Hayvanlara gereksiz yere acı çektirmemek ahlaki bir yükümlülüktür.
İkincisi: Ahlaki açıdan hayvanlar önemlidir, fakat insanlar daha önemlidir.
Evet! Sadece bu iki ilke. Sanırım bu ilkelere karşı çıkacak kimse çıkmaz aramızdan.Ama veganlık size hala son derece uzaktır. Bunun büyük sebeplerinden biri çocukluktan itibaren hayvancılık endüstrisinin medya yoluyla yaptığı reklamlar sonucunda protein, kalsiyum, demir gibi ihtiyaçlarımızı sadece hayvanlardan alacağımızı düşünmemiz -süt içmezsen büyüyemezsin gibi-, beslenmek denilince bile aklımıza direkt olarak hayvansal gıdaların gelmesi yani sağlıksal; hayvanların bizim için yaratıldığı düşüncesi dinsel; bence en büyük sebebi kesimhanelerdeki kıyımın, tavuklardan yumurta, ineklerden süt çalarken o canlının geçirdiği safhaları görmenize rağmen gözleri kapamak, kulakları tıkamak, yani şiddeti kanıksamak. O hayvanın acı çekmesi hayatımızın bir parçası haline gelmesi, kültürümüz olması. Nasıl geçmişte yaşanan köleliğin insan dışı ve vahşetin ta kendisi olmasını şuan bilmemize rağmen o dönemin şartlarında normal karşılanması gibi şuanda da kozmetik, giyim gibi konularda hayvanların üzerinde deney yapılması, köleleştirilmesinin kültürel olarak normalleştirilmesi.
Kitabın ilk cevap verdiği sorular “Proteini nereden alıyorsunuz?”, “Et yemezsem yeterince demir alabilir miyim?”, “Süt ve süt ürünleri olmadan yeterince kalsiyum alabilir miyim?” gibi sorular. Öncelikle kitabı vegan beslenmenin sağlıklı olduğu konusunda son derece yetersiz buldum, günlük alınması gereken demir oranlarını ve hangi bitkide ne kadar demir bulunduğu gibi ufak tefek bilgiler bulunuyor ya da bitkilerden de protein alabileceğimiz savını söylüyor ama mesela bitkisel proteinle, hayvansal protein bir mi? Vücudumuz için mikro besinlerin tamamı gerçekten bitkilerden karşılanabilirse nasıl bir beslenme şekli geliştirmem gerek? Beni tatmin etmediği gibi bir sürü soru işareti oluşturdu ve bu soru işaretlerini internet yardımıyla kısmen gidermek zorunda kaldım. Nohut, mercimek, soya gibi bitkisel kaynaklı besinlerde de hemen hemen etteki protein miktarı kadar protein olduğunu, etin aksine hiç kolesterol bulundurmadıklarını öğrendim. Protein türünü araştırdığımda ise ette esansiyel amino asitlerin tamamı bulunduğu, tahıllarda lizinin eksik olduğu baklagillerde ise lizinin fazla triptofan ve metionin içeriğinin az olması gibi birbirini tamamlayan dengesizlikler olduğunu öğrendim. Yani et kullanmadan kaliteli proteine ulaşmak isteniyorsa tahıllar ve baklagilleri bir arada tüketerek bunun mümkün olabileceğini öğrendim. Kurufasülye-pilav buna güzel bir örnek. Bu alanda fazla yetkin olmadığımdan da mütevellit hem de çok uzun bir konu olmasından dolayı işin çok fazla biyolojik ayrıntısına girip de sıkmak istemiyorum. Kitap hayvansal ürüne hiç ihtiyaç olmadan yeterli beslenebileceğimiz konusunda bazı referanslar vermiş. Aynen alıntılıyorum.
“Hiç kimse hayvan yemenin tıbbi açıdan gerekli olduğunu iddia etmiyor. Beslenme ve Diyetetik Akademisi, Amerikan Diyabet Birliği. Amerikan Kalp Birliği. İngiliz Diyetetik Birliği, İngiliz Beslenme Derneği. Avustralya Diyetisyenler Birliği, Kanadalı Diyetisyenler Birliği ve Kalp ve Felç Derneği gibi anaakım kuruluşlar. Harvard Kamu Sağlığı Fakültesi. Mayo Clinic, UCLA Sağlık Merkezi, Pennsylvania Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Pittsburgh Üniversitesi Tıp Fakültesi gibi eğitim ve araştırma kurumları; İngiliz Ulusal Sağlık Hizmetleri ve ABD Tarım Bakanlığı Beslenme Politikaları Merkezi gibi devlet kurumları ve Kaiser Permanente gibi büyük bakım merkezlerinin de aralarında bulunduğu çok sayıda sağlık kuruluşu, iyi bir vegan beslenmenin insan sağlığı için gayet yeterli olduğunu ve hatta önemli yararlar sağlayabileceğini kabul ediyor.”
Konuya değinmişken söylemeden geçemeyeceğim araştırma sürecimde bazı vegan bloglara maruz kaldım ki aman aman. Bilimsel olarak omnivor olduğumuz ispatlanmış olmasına rağmen insanların otçul olduğunu iddia edenler mi dersiniz, hiçbir bilimsel niteliği olmayan şeyleri bilimselmişçesine yazanlar mı. İnsan sağlığıyla bu denli oynayan, veganizmi dinmişçesine benimseyip sadece olumlu bilimsel bilgileri sitelerinde yer edindirip negatif gerçekleri topyekün reddetmeleri... Size düşünce olarak yakın olmama rağmen zerre kadar saygı duymuyorum. Bu yaklaşımınız paylaştığınız doğru bilgilerden de şüphe duydurduğu gibi, vegan müritler toplama pahasına gerçekten aklı başında bilinçli insanlara veganlığın delilik olduğunu düşündürüp araştırmayı bıraktırıyor. Yani bu yapılan köylü kurnazlığı veganizme sempati toplamak yerine büyük zararlar veriyor. Sağlık konusu hala araştırdığım bir konu olmakla birlikte bana yardımcı olmak isteyenler mesaj kutumu yeşillendirebilir. Saçma sapan yutup videoları ya da ne idüğü belirsiz bloglar olmadığı sürece kimsenin kalbini kırmam... Benim için önemli olan gerçeğin ne olduğu, hiçbir düşünce akımı benim dinim değildir, bu yüzden bu tarz bilgilere son derece açığım.
Bu arada kitabı sağlık konusunda yetersiz diye eleştiriyorum ama veganlığın da türleri varmış. Çevreci veganlar, abolisyonist (etik) veganlar gibi gibi. Bu kitap 135 sayfalık ve işin sadece etik kısmına eğilmiş belli başlı kavramları açıklamaya çalışan bir giriş kitabı. Esas eğilinen nokta hayvansal gıda yemenin ahlakiliği.
Kitap ahlak konusunda da beni kısmen tatmin edebildi. Söylenmeyen, atlanan birçok şey vardı. Ama kitabın temel amacı veganizm hakkında hiç bilgi sahibi olmayan birine sıkmadan genel hatlarıyla konuyu açıklamak. Benim de veganizmi araştırma sürecim ahlaki olarak sorgulamamla başladı diyebilirim. İnternette rast geldiğim bir kesimhane videosu tüylerimi ürpertti. Evde beslediğim kedinin tüylerine zarar gelmesi beni sinirlendirirken, papağanın boynunu sıkan bir adama sosyal medyada herkes lanetler yağdırırken adlarından hiç bahsedilmeyen hayvanların hayvancılık adı altında düzenli işkencelere maruz kalmaları ve kimsenin buna ses çıkarmaması... İçtiğin sütün önüne gelebilmesi için ineğin sistematik tecavüze uğraması, yumurta yemen için civcivlerin günlerce kapalı kutular altında kalması, tavuk yemen için antibiyotik basılan tavukların 20 günde bacaklarının kendi ağırlığını taşıyamayacak kadar ağırlaşmaları... Doğamızda var diye savunulan çoğu şeyin doğadan, doğal seleksiyondan bağımsız olarak fabrika koşullarında bir çanta üretir gibi tüketmek için hayvan üretmek... Bu incelemeyi okuyorsanız sizden tek ricam bütün bunları biraz olsun araştırmanız. Bütün bu iğrenç endüstrinin gerçek yüzünü gördükten sonra, buna dair videoları izledikten sonra pişkin pişkin “e ben süt çok severim asslaa bırakamam” gibi argümanlar o kadar riyakar o kadar merhametsizce geliyor ki, gerçekten tiksiniyorum. Kaldı ki vegan süt, peynir, yoğurt, iskender, kokoreç gibi seçenekler de mevcutken. Kendi ellerimle vegan sosis yapan bir insan olarak söylüyorum, sırf damak tadını vegan olmamak için bahane olarak göstermek saçmalıktan öte bir şey değil çünkü hemen hemen hepsinin vegan alternatifleri var. Sadece araştırmak yeter.
Takıldığım bir nokta da sucuk, sosis, salam gibi işlenmiş etlerin kanserojenlik oranı “2A” grubunda yani sigara, alkol, plütonyumla aynı kategoride olduğu dünya sağlık örgütü tarafından tanımlanmışken; sigara alkol gibi şeyler tüketirken ve bu tüketim tamamen benim inisiyatifimdeyken; pasta, çikolata, kola, meyve suyu gibi şeker oranı yukarılarda gıdalar markette herkesin alımına açıkken; köşe başı her yerde hamburgerci bulmak mümkünken; türk mutfağının neredeyse tamamı tansiyon fırlatan, yağlı, sağlıksız gıdalarken bütün bunları yiyen insanların ya da yiyenlere ses çıkarmayan insanların konu ahlaki bir sebep göstererek hayvansal besinleri tüketmemek olduğunda masalarda sağlıklı beslenme öncüleri kesilmelerini ve bunu agresif bir biçimde yapmalarının suçluluk psikolojisinin verdiği bir savunma tekniği olarak görüyorum.
Bu hayvan tahakkümüyse, şunu da yapma bunu da yapma gibisinden karşı argüman geliştiren insanlara ise acıyarak bakıyorum. Gönül ister ki işçi, çocuk, kadın, hayvan sömürüsünün hiçbir şekilde olmadığı güzel bir dünya. Ama bütün bunları bu sistemde yapabilmek için sistemin tamamen değiştirilmesi gerekiyor ya da dağa yerleşip, medeniyetten uzak yaşamak gerekiyor. Benim elimden bu kadar geliyor yani. Başka konularda yapılan haksızlığı öne sürmek, şuan yapılan haksızlığı haklı çıkarmıyor. Hayvanların sorunlarıyla ilgilenmek sizi diğer sorunlarla ilgilenmekten alıkoymuyor. Kaldı ki bu sistemi de değiştirmek için insanların bireysel olarak uyanması, bilinçlenmesi, örgütlenmesi, bu gibi şeyleri boykot etmesiyle oluşur.
Bilinçli bir insan olmak, hayvan severlik, duyarlılık... Bütün bu kavramlar konuşulduğunda herkes lafta öyledir ama iş norm dışına çıkabilmeye gelince, önyargısızca araştırmaya, düşündüğün gibi yaşamaya gelince pek de öyle olmuyor maalesef. Araştırma sürecimde en çok düşündüğüm şey bu oldu. Giriş olarak güzel bir kitap fakat aklımdaki bazı sorulara da tam anlamıyla cevap verebilmiş değil, çünkü bu mesele öyle hayvan yememekten ibaret değil, sömürü, şiddet, ahlak nedir gibi konularda derin bir yolculuğa çıkmak lazım işin özünü kavrabilmek için. Bütün bunlar beni yıldırmıyor. Aklımdaki soru işaretlerini gidermek için araştırmaya sorgulamaya devam edeceğim, kedim için.