Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

608 syf.
10/10 puan verdi
·
23 günde okudu
YEŞİLÇAMDA BİR TÜRKİYE ÖZETİ
Merhaba arkadaşlar, bugün sizlerle uzunca bir aradan sonra tekrar bir kitap incelemesi paylaşacağım. Kitabımız yine bir Vedat Türkali kitabı: Yeşilçam Dedikleri Türkiye. Şöyle bir baktığım zaman sitede bu kitaba yeterince önem verilmediğini gördüm. Okuyan çok az. Üstelik inceleme yazanlardan bazıları da kitabın diğer kitapların gölgesinde kaldığını, o kadar iyi olmadığını vs. yazmış. Bunu neye istinaden yazmışlar, bilmiyorum. Okunma oranının az olması bir kitabı değersiz mi yapar? Şüphesiz kitabın kalitesini okuma sayısına göre belirleyen zihniyete kitabı okuduktan sonra kızmamak mümkün değil. Denebilir ki bu kitap çok okunmamasına rağmen Türkali'nin en iyi romanlarından birisidir. Belki de en iyisidir, bilemeyeceğim. Türk edebiyatının da ayrıca en özgün, en kaliteli toplumcu eseridir. Şu ana kadar okuduğum diğer kitaplarından çok daha kapsamlı. İsminden anlaşılacağı üzere yalnızca film çevirmek, senaryo vs. üzerine yazılmış değil asla. Türkali bu romanda pek çok şeye değinmiş. Gelin bunları tek tek irdeleyelim(Spoilerin dibine vuracağız, haberiniz olsun). Yeşilçam Dedikleri Türkiye, adından da anlaşılabileceği üzere Türkiye'de her sektörde yaşanan kapitalist sömürüyü, bu sömürünün bireyin yaşantısına olan etkisini adeta bir ''Yeşilçam edasıyla'' konu alan bir roman. Yeşilçam edası derken olayların sanki bir film şeridindeymiş gibi ilerlediğini, film çeken insanların da bir film içinde gibi konumlanmasını kastediyorum. Bunun filmi çekilmeye kalkışılsa heralde en aşağı 10 saat sürerdi. Bu roman bizi Türkiye'nin 70'li yıllarına götürüyor. O yıllar elbette herkesin birbirini vurduğu, kaos içindeki Türkiye'nin kapitalist sömürüyle pençeleştiği yıllar. O yılları gözümüzde canlandırırken Refik Tunadan'ın ailesine ışık tutuyoruz. Parçalanmış bir aile, herkes kendine farklı bir hayat yolu çizmiş... Refik'in en büyük hayali günün birinde ünlü bir yönetmen olmak. Bunun için çeşitli film şirketleriyle görüşüyor, kurduğu ekiple film çekmeye hazırlanıyorlar. Ablası Seniye avukat. Babası Zühtü ise çok ilginç bir karakterimiz. Annesi Mefharet ile ayrıldıktan sonra İstanbul'a gelmiş, çocuklarını kendisi ve evin hanımı Makbuş büyütmüş. Çok tecrübeli bir eczacı. Yalnız bu aile biraz muhafazakar. Zühtü Bey Almanya'da iken oradaki Hitler rejiminden etkilenmiş, Türkiye'ye döndüğünde onun fikirlerini sahiplenerek dönmüş. Doğal ki çocuklarını da öyle yetiştirmiş, Refik de aynı babasına benzer. Onun için film çekerken ekiple çok sıkıntılar yaşıyor; o dönemde senaryoda sansür korkusu hakimken bir de senaryo yazarı Gündüz'ün solculuğuyla uğraşacak. Oyuncu Şahin Doğu ise zaten ünlü olma peşinde bir silah meraklısı(burada Şahin'in Yılmaz Güney'e benzetildiği yönünde şeyler okudum). İyi oyuncu ama hep ünlü olma peşinde ilkelerinden vazgeçen bir adam. Üstüne bir de Türkiye'nin içinde bulunduğu bu koşulları eklerseniz tam seyirlik. Kitabın devamında Refik'le babası Zühtü'nün çeşitli yollardan Türkiye'deki sömürünün acı tarafıyla karşılaştıkça fikirlerinin değişmeye başladığını görüyoruz. Refik'in senaryo konusunda Gündüz'le anlaşmazlığı üstüne Zühtü'nün de eczanesine kalfa olarak aldığı Fuat'ın solculuğu eklenince aile dört taraftan solcularca kuşatılıyor. Alt kat komşularından Pervin de Seniye'nin arkadaşı. Gündüz-Fuat-Pervin üçlüsü her daim işçilerin yanında, solcu dernek ve partilerde çalışmalarda yer alıyorlar. Fuat'ın nişanlısı Emine de aynı şekilde. Kurgu ilerledikçe Gündüz'le Refik'in senaryoda uzlaşmaya başlamasını, Fuat'ın da Zühtü Bey'e eczacı derneklerinin toplantılarına götürerek ilaç sektöründeki sömürüyü dinletmesini görüyoruz. O dernekte de çok değişik tipler var. Orada da bir ilaç şirketinin patronu olan Doktor Ramiz'in tek başına ilaç tekelleriyle mücadele etmesini ve nihayet onların karşısında ayakta duramayarak çöküşünü görüyoruz. Bu da Türkiye'nin acı gerçeği oluyor. Tekelleşme her yerde. Patronsan acımadan sömüreceksin, başka yolu yok. Yoksa böyle iflas edersin. Kitapta Zühtü ve Refik'in devamlı iç dünyalarıyla karşılaşıyoruz. Bunlar aile olmasına rağmen sürekli muhafazakar çekirdek aile tipine aykırı davranışlarda bulunuyorlar, kendileriyle çelişiyorlar. Yani Türkali diyor ki bakın o muhafazakar aile tipinin altında neler neler var. Burada bir aile kurumu eleştirisiyle karşımıza geliyor. Bunların karşısına Fuat'la Emine ilişkisini çıkarıyor Türkali. Onlar nişanlılar ama asla evlenmeyi düşünmüyorlar. Buna rağmen ilişkileri çok sağlıklı, bazı çelişkiler olsa da karşılarındaki aile gibi ne bir kıskançlık, ne bir sevgisizlik yaşıyorlar. Bu tarafta ise evliliğin ve ailenin bireyi nasıl tahakküm altına aldığını görüyoruz. Bize solcu Gündüz'ün de iç dünyası veriliyor. İnsanlardaki bu iç sesin davranışlardaki tesirini ya da aykırılığını Türkali bize yansıtarak psikolojik tahlil imkanı da sunuyor. Gündüz her insan gibi içinden farklı sesler, farklı telkinler gelse de duruşunu bozmayan çok dirayetli bir solcu. Cezaevi yıllarından tanıdığı işçi arkadaşı Salih var. Onun üzerinden işçilerle sürekli dayanışma halinde. Tıpkı film çekme meselesi ortaya çıktıktan sonra sevgili oldukları, Refik'lerin alt kat komşusu olan Pervin gibi. Onların ilişkisi de çok sağlıklı oluyor. Gerçi Gündüz birkaç kere onu aldatsa bile sadakatini ve bağlılığını daha sonra elden bırakmıyor. Her insan bir noktada hata yapabilir sonuçta. Refik'ler gibi devamlı ve riyakar biçimde değil ya. Romanın bir kilit noktası var ki buradan da söz edelim. Gündüz, Refik'i ilaç sektöründeki sömürüyü anlatan bir film çekmeye ikna ediyor. Sonuçta şu ana kadar çektikleri 2 tane cinayet filminden bir tanesi başarılı olmuş, diğeri beş para etmemişse de toplumsal sorunlara değinmek ihtiyacı duyuyorlar. Burada sanatın toplumsal işlevine yapılan vurguya dikkat çekelim. Türkali sanatın toplumsal işlevli olduğu zaman egemen sınıfı nasıl rahatsız ettiğini anlatıyor burada. Fuat sayesinde ilaç tekellerinin yaptıklarını dinleyen ve onlara diş bileyen Zühtü Bey de seviniyor bu işe. Ancak film esnasında çok garip talihsizlikler yaşanıyor. Fuat, Emine, Refik, Gündüz ortaklığında başlanan film işi, ilk darbesini Fuat'ın Zühtü Bey'in eczanesindeyken bombalı saldırıya uğramasıyla alıyor. O kadar sevecen olan, Zühtü'nün inatlarıyla ustalıkla baş eden Fuat'ın hastanede yoğun bakıma alınması film işini sekteye uğratıyor. Daha sonra Gündüz hakkında bir dergide yazdığı şiir nedeniyle çıkarılan tutuklama kararı üzerine Avrupaya kaçmak zorunda kalması da ikinci darbe. Sonra üçüncü darbe ilaç fabrikasındaki işçi sendikasının filme destek olacağı yerde burun kıvırması. Tüm bunlar üst üste gelince film işi yatıyor... Gelelim bu olayların önemine. Aşk ve cinayet konulu filmleri büyük şirketlerin desteğiyle çevirmiş olan Refik, kendi çevresiyle bir toplumsal içerikli film yapmaya çalışınca başarısız oluyor. Aynı Doktor Ramiz'in başarısızlığa uğraması gibi. Aynı zamanda solcu görünen sendikanın iş ciddiye binince destek olmaması da küçük-burjuva solculuğunu anlatıyor. Zaten bu kitap o kendi içine dönük, toplumsal içeriği olmayan solun da büyük eleştirisini yapıyor. Zaten Pervin'in Kadın Dayanışma Derneği de Gündüz'ün şu sözleriyle eleştiriliyor, alay konusu oluyor: ''-Bakın, dedi Gündüz. Sizin derneğin ilk kuruluş günlerinde bir eski arkadaşa anlatıp duruyorlardı, bu derneğin erkeklerin baskısına karşı kadınlar için ne denli önemli bir görev yüklendiğini, filan. Tatlı bir oğlandır arkadaş. Dinledi. Döndü bana, 'Efendim, anlaşıldı' dedi. 'Bunlar karı koca kavgasını ülke çapında örgütleyecekler...' ''(s.111) Böylece biz 80 sonrasında yaygınlaşan bu tür derneklerin eleştirisini de görüyoruz kitapta. Sosyalist olmayan solun çaresizliği ise zaten kitabın her yerinde. Sömürü ise film sektöründe de, ilaç sektöründe de hız kesmeden devam ediyor. Zühtü ve Refik'in zamanla solcu olduğundan bahsetmiştik. Evet, onlar böyle bir ortamda solcu oluyorlar. İtildikleri koşulda başka üçüncü bir yolun olmadığını anlıyorlar. Zühtü Bey'in kitabın son kısmında yer alan Doğu Avrupa ülkelerine seyahati de önemli. Dinlenmek için Fuat'ın zoruyla gittiği bu ülkelerde Zühtü Bey, ne kadar yanıldığını anlıyor. Onlara Türkiye'de sosyalist ülkelerin sefalet içinde yaşadığı anlatılagelmişti hep. Oysa gittiği yerlerde, gördüğü tanıştığı kişilerde halkın ne kadar mutlu olduğunu görüyor. Evlenmeden önceki sevgilisi olan Rum Lena ise Yunanistan'da. Onu çok özlüyor. Bu sebepten en son oraya da uğruyor. Bir bakıyor ki Lena'nın çoluğu çocuğu olmuş, genç bir Yunan komünistiyle evlenmiş! Onların söyledikleri de epey canını sıkıyor, Hitler'e karşı bağımsızlık mücadelesi vermişler filan. Zühtü Bey en sonunda kendisini yıllarca adadığı fikirlerin ne kadar saçma olduğunu anlayıveriyor ve üzüntüden ağlar halde Türkiye'ye dönüyor. Zühtü Beyin başına gelenler komünistlere bile nasip olmadı :) Nihayet kitabı özetledim. Gerçi pek özet gibi olmadı ama idare edin işte. Sıra geldi diline ve anlatımına. Türkali ilk kitaplarına göre daha fazla bireyin iç dünyasına yer veriyor bunda. Fazlasıyla iç monolog var. Bazen öyle ki artık canımı sıktı ve kapatmak istedim. Ancak bir yandan da psikolojik şemasını çıkarttığı için daha iyi. Çok fazla devrik cümle var. İmgelem müthiş zaten. Dedim ya bir film şeridi gibi anlatım. Bazen noktalama işaretlerinin alışılmışın dışında(özellikle üç noktanın sık sık) kullanılması da iyi olmuş. Düşünme sürecinin devam ettiğini belirtiyor iç monologlarda. Hulasa gayet derin bir roman, özgün bir roman. En iyi romanı sayılabilecek derecede. Onun için olayları bir türlü özetleyemedim, kusura bakmayın özetlenecek bir tarafı yoktu çünkü ;) Ben en çok kurguyu beğendim. Çok fazla şeye değinme fırsatı bulmuş. İlaç sömürüsü, film sömürüsü, kapitalizmde aile, sol içi çatışmalar, bireyin iç dünyası... Yani asla bu sitede söylenenlere katılmıyorum. Herkese şiddetle tavsiye ediyorum. Yalnız başlangıç için ağır gelebilir. İyi okumalar.
Yeşilçam Dedikleri Türkiye
Yeşilçam Dedikleri TürkiyeVedat Türkali · Ayrıntı Yayınları · 2015214 okunma
··
268 görüntüleme
Havva ARSLAN okurunun profil resmi
Romanıı ikinci kez okuyacağım ( 1990 yılında okumuştum) emeğinize sağlık👏
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.