Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

150 syf.
·
Puan vermedi
·
17 saatte okudu
Asırları aşan adam: ATATÜRK
Türk milletinin bağrından çıkardığı Ulu Türk... Sadece Türk milletine değil tüm dünyaya yön vermiş bir yolbaşçı... Türk medeniyetinin yüzyıllarca unutulmuş vasfını birkaç yıl içerisinde ortaya çıkaran adam... ''Türk'' kelimesinin kaba ve yobazca algılandığı bir dönemden, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 10. yılında göğüsü bir zırh gibi kabararak ''Ne mutlu Türk'üm diyene!'' diye bağırdığı bir döneme geçiş için köprü niteliği taşımış bir inkılapçı... İnanın ne desem boş, hangi kelimeleri kullansam kifayetsiz kalıyor. Tarihe gömülüp unutulamayacak kadar büyük biri o. Aynı zamanda bizden biri... Hürriyetine ve bağımsızlığına düşkünlüğü çocukluğundan belli olmaktadır. Bir gün matematik öğretmeni: - Aranızda kimler kendilerine güvenirlerse kalksınlar, onları müzâkereci yapacağım, demişti. Ayağa öyleleri kalktılar ki, bunları gören Mustafa kendini ortaya atmaya cesaret edemedi. Fakat içlerinden birinin emri altına girecekti. Bu da ağrına gitti. Birden kalktı: - Ben daha iyi yaparım, dedi ve yaptı. O günden sonra sınıfın müzâkerecisi o idi. İşte Mustafa böyle bir çocuktu. Birdirbir oynarken dahi ''Ben eğilmem. Üstümden böyle atlayabilirseniz atlayın'' cevabını veren biriydi. Bu küçük çocuğun dünyaya nizam vermiş bir başbuğ olacağını kim tahmin edebilirdi ki? Uzun bir imparatorluk buhranının ardından yine başka buhranlı dönemlere giriş yapılıyordu. Herkes Abdülhamid'in baskı döneminden kurtulduk diye sevinirken aslında daha büyük faciaların eşiğine geliniyordu. İttihat ve Terakki iktidarı devralmıştı. Ancak Mustafa Kemal ordunun politikadan uzak durması gerektiği kanaatindeydi. Bir çok İttihatçı Mustafa Kemal'i bir tehlike olarak görüyordu. Bu yüzden kendilerinden sıkça uzak tutmaya çalışmışlardı. İttihatçılar rütbelerini politikadan alırlarken Mustafa Kemal sahadaki başarılarıyla ve özellikle de Arıburnu, Conkbayırı ve Anafartalar'da gösterdiği kahramanlıklar neticesiyle imparatorluğun karanlık bağrından bir güneş gibi doğuyordu. Birinci Dünya Savaşı'na girilmemesi gerektiği ile ilgili birçok çalışma yapsa da İttihatçılar kulak asmadı ve imparatorluğu Almanya yanında savaşa sürdüler. Nihayet savaştan yenik çıkmış ve Mondros'u imzalamıştık. İttihat ve Terakki üyesi, harbiye nazırı ve başkomutan Enver Paşa ülkesini terk etmek zorunda kalırken sürekli çekişme halinde oluğu ve kendilerine sürekli muhalif Mustafa Kemal için şunu söylemişti: '' Benim yerime Mustafa Kemal'i getiriniz. Ancak o bir şey yapabilir.'' Tabi olmadı, o ayrı mevzu. Ancak Mustafa Kemal'in içindeki hürriyet ateşi sönmüyordu. 1918 Kasım'ında İstanbul'a geldiği gün, limanı dolduran düşman donanma tekneleri arasından bir motorla geçerken, zırhlılara baktı ve yaverine: - Geldikleri gibi giderler, dedi. Kararlıydı Mustafa Kemal. Hayallerini gerçeğe dönüştürebilen nadide kişiliklerdendi o. — Ordumuz yok. — Yapılır. — Paramız yok. — Bulunur. — Diyelim ki bulduk. Düşmanlarımız hem kuvvetli, hem çok. — Olsun, yenilir. diyordu. Türk milletinin parolası: "Ya hürriyet, ya ölüm!" olmalı idi. Samsun'a ayak bastı Mustafa Kemal. Genelgeler, kongreler gerçekleştirdi. Doğu ve Güney cephesinde, Türk'ün ateşi karşısında kül olup uçtu düşmanlar. Batı'ya dikti gök renkli gözlerini. 1. ve 2. İnönü, Eskişehir-Kütahya derken Sakarya cephesi kuruluyordu. Mustafa Kemal durmadan gidip geliyordu. Askerlerini teftiş ederken, atının bir ayağı sürçerek kaburga kemiği kırıldı. Can acısı ile ayağa kalktı, eli ile Eskişehir taraflarını göstererek ve Kral Konstantin'e hitap ederek; YA SEN YA BEN! diye kükredi. Mustafa Kemal'in karşısında ne Churcill, ne Konstanstin ne de Trikopis durabilirdi. Sakarya kazanıldı. Mustafa Kemal, Genelkurmay Başkanı ve Cephe Komutanı başbaşa vermişler, gözleri ile ufukları delmeğe çalışmaktalar. Ondan sonra doğu tarafında hafif bir kızıllık belirdi. Gün doğuyordu. Yeni Türkiye'nin güneşi idi bu! 15 gün sonra İzmir'de olmanın hesaplarını yapıyordu büyük komutan. Ordular! ilk hedefiniz Akdeniz'dir! İleri!.. emri geldi. Yunan, Mustafa Kemal'in askeri dehası karşısında eriyip gitmişti. Nihayet 9 eylülde Yunan denize dökülmüştü. Mudanya Ateşkes, Lozan derken milli mücadele bu şekilde sona ermişti. Tabi hiç durur mu Ulu Ata? Ülke kurtulmuş, dış düşmanlar yenilmişti. Sıra iç düşmana gelmişti. Mustafa Kemal'in inkılapçı, medeniyetçi düşünüş karakterini bilen eski kafalıların korkusu, ticaret olarak kullandıkları dinlerinin elinden alınması idi. Öyle ki ülke kurtulur kurtulmaz sarıklı yobazlar: ''Düşmanlardan kurtulduk, ya Mustafa Kemal'den nasıl kurtulacağız?'' hesaplarını yaparken İstanbul'da halife yalakaları yerini almış ve sözde halifeyi tekrar padişah yapma amaçlarını gütmeye başlamışlardı bile. Mustafa Kemal şu sözleri sarf ediyordu ardından: ''Asırlardan beri olduğu gibi, bugün de milletlerin cahilliğinden ve taassubundan faydalanarak, dini bin bir türlü şahsi maksat ve menfaatleri için için alet olarak kullananlar vardır. Din her türlü masallardan ve yalanlardan sıyrılarak, bilgi ışığı altında aydınlanıncaya kadar din oyuncularına her yerde rastlanacaktır." İstanbul'da halife kaldıkça ve rejimin adı konmadıkça, eski devre dönmek isteyenleri durdurma imkanının olmadığı anlaşılmıştı. 28 Ekim 1923 akşamı Mustafa Kemal, Çankaya çağırdığı arkadaşlarına: -Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz, dedi. Ertesi gün meclis, cumhuriyeti ilan etmeye karar verdi ve cumhurbaşkanı olarak da vatanın kurtarıcı Mustafa Kemal'i seçti. Bu şekilde geriye dönmek isteyenlerin de eli kolu bağlanmıştı artık... İnkılap devrine girilmişti... Türk'ü muassır medeniyetler seviyesine çıkarmak için büyük reformlar yapıldı. Toplumdan soyutlaştırılmış kadınları topluma kazandırdı. Harf devrimi yapıldı. Laiklik getirildi. Orta Çağ'ın nice kahramanlarını, nice devlet kurucularını yetiştiren Orta Asya Türklüğünün tekke ve tarikatlara emanet edilmesi bir hezeyandı. Tekke ve zaviyeler de kapatıldı. İlk başlarda pozitif ilimlerle din ilimlerinin birlikte verildiği ancak sonradan yozlaşan ve sadece din ilimlerine yönelen, sürekli yeniliklere karşı çıkmış olan medreseleri kapatıp eğitimde birliği sağladı. Ve daha niceleri... İşte Mustafa Kemal böyle inkılapçı ve böyle cumhuriyetçi idi. Her zaman onun askeri dehası ve devlet adamlığı konuşulur. Peki ya kişiliği nasıldı Mustafa Kemal'in? Her eve gidişinde anasının elini öpmek geleneği idi. Subay, komutan, başkomutan ve devlet başkanı o, anasının yanında her zaman ''Mustafacık''tı. Bir gün tayı hastalanmıştı. Veterinerler, tayı öldürmek zorunda kaldığını bildirmişlerdi. Atatürk son kez tayını okşarken gözlerini tutamamış: -Çocuğum olmadığı sebepsiz değilmiş, eğer bir evlat kaybetmek felaketine uğrasaydım, kalbim acısına dayanamazdı, diyordu. Yerde yatan bir Yunan bayrağının kaldırılmasını emretti: -Bayrak bir milletin hürriyet sembolüdür. Düşmanın da olsa ona saygı göstermek lazımdır, diyen saygılı bir kişiliğe sahipti. Bir öğretmen Atatürk aleyhinde kötü bir şiir yazmıştı. Kendisini hizmetten çıkarmışlardı. Öğretmen yeniden kadroya girmek için dört yana başvuruyordu. Bir gün bakanın yanına gitti. Bakan: Oğlum suçun doğrudan doğruya Atatürk'ün şahsına ait. Biz karar veremeyiz. Bakan bir akşam sofrada Atatürk'e meseleyi açtı. -Hani efendim hakkınızda ağır hiciv yazan öğretmen vardı. - Evet. - Af kanunundan yararlanmak yeniden öğretmen olmak istiyor. -Öğretmen yapılmasına yasal bir engel var mıdır? - Hayır efendim! - O halde niçin bana soruyorsunuz? -İşlediği suç sizin hakkınızda... -Aşkolsun sana!.. Şahsi dargınlığım için kanun emirlerini yerine getirmenizden hoşlanmayacak kadar beni egoist mi sanıyorsun? Kendisini hemen ilk açılacak yere tayin ediniz.'' Acaba şimdi kaç devlet başkanı aynı şekilde davranabilirdi? Belki de tarihte böyle davranan kaç kişi var diye sormak daha doğru olur. Tabiat âşığı idi. Vatanın çöl boşluğundan ıstırap duyardı. Bir gün Diyarbakır taraflarında atla dolaşırken, yanındaki kurmay reisine: — Çabuk bana yeni bir din bul, dedi. — Ağaç dini... — Evet, bir din ki ibadeti ağaç dikmek olsun... ve tabiki daha niceleri... Her insan gibi hastalandı Ulu Türk... Sağlık durumu gün geçtikçe bozuluyordu. Bütün emeli Ankara'ya gitmek, Cumhuriyet'in on beşinci yıl dönümü töreninde bulunmak, ordusu ve milleti ile son defa karşılaşmaktı. Stadyum merdivenlerini çıkmaması için asansör bile yapılmıştı. Ankara'ya gitme ümitlerini yitirmişti Atatürk. Cumhuriyet Bayramı gecesi Boğaziçi vapurlarından birini tutan gençler, Dolmabahçe Sarayının rıhtımına yaklaşmışlar, haykırıyorlardı. Atatürk kesik kesik konuşarak pencereye gitmek istediğini anlattı. Kollarına girdiler, pencere kenarındaki koltuğa oturdu, eli ile gemiye işaret etti. Vapurda bir kıyamettir koptu, gençler hep bir ağızdan: Dağ başını duman almış Gümüş dere durmaz akar... marşını söylüyordu. Atatürk mırıldandı: -Bu bayramlar ve yarınlar sizindir, güle güle... dedi ve yatağına döndü. Atatürk 3 gün süren komaya girdi. Mucizevi bir şekilde komadan kurtuldu ancak son komasından uyanamadı. Takvimler 10 Kasımı gösteriyordu. Atatürk'ün ölümü yalnız Türklüğü değil, tüm dünyayı yaslandırmıştı. Bulgar Gazetesi: Bu müstesna büyük adamın ölümünden sonra, dünya artık eskisi kadar enteresan değildir. Macar Gazetesi: Dünya bu savaş ve barış kahramanı büyük adamın ölümü ile fakir düşmüştür. İngiliz Gazetesi: Atatürk'ün ölümüne, bütün dünyada, büyük bir devlet adamı, büyük bir asker, büyük derecede şerefli bir şahsiyet olarak ağlanmaktadır. İngiltere önce cesur bir düşman. sonra da sadık bir dost olarak tanıdığı büyük adamı selamlamaktadır. Sana minnettarız Atam. Bir ülke kurmak, bir ülkeyi kalkındırmak ve bunun uğruna mücadele etmek ne kadar zor olsa gerek. Eğer mucizevi bir şekilde dirilip, emanet ettiğin bu ülkenin şimdiki durumunu görsen ne kadar üzülürdün kim bilir. Kızacaksın ama arıyoruz Atam. ''AÇTIĞIN YOLDA, GÖSTERDİĞİN HEDEFE, DURMADAN YÜRÜYECEĞİME, AND İÇERİM! Sürçü lisan ettiysem affola...
Babanız Atatürk
Babanız AtatürkFalih Rıfkı Atay · Pozitif Yayınları · 2023673 okunma
··
131 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.