Çok kolay omuzladığı yalnızlık ona ağır geliyordu. İlk zamanlar bir anlamda oyun oynuyordu kendi kendine, ama yorgunluk kapıya çabuk dayandı. Yalnız olmaktan bitkindi, kendini iyilik komedisine adamaktan da bitkindi. Günler geçip giderken o susup kalıyordu. Evin boş ve büyük odalarında giyinirken geçmişteki yaşayışını hatırlıyordu. O sıradan ve düz yaşayış ona gün geçtikçe daha çekici, daha yaşanılası görünüyordu. O günlerin tadını yeterince çıkaramamıştı, kızıyordu kendine. Belleği ona, yaşamına oracıkta son vermeyi kabul etmesine yetecek kadar çok mutlu anı göstermiyordu: bu yüzden, Georges okuldayken, kendine kapanıp, uzun uzun ağlıyordu. Her sabah, donuklaşmış aynada, bir gün öncekine göre daha yıpranmış bir yüzle karşılaşıyor, yüzünü aynanın soğuk camına yapıştırıp uzun süre düşlere dalıyordu. Gözyaşları birdenbire boşanıp aynada koşmaya başlayana kadar.