“En büyük zalimler, kafası kesilmemiş mazlumlar arasından çıkar.”
(Cioran)
Benim için zor bir kitap oldu Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor. Ayfer Tunç bir radyo programında anlatmıştı. Suzan Defter ilk yayımlandığında birçok kişi kitabın yanlış basıldığını düşünerek kitabı yayınevine geri getirmiş. Hatta İlhan Berk, Suzan Defter dergide ilk çıktığında Ayfer Tunç’u arayıp öykünün yanlış basıldığıyla ilgili bilgi vermiş. Ayfer Tunç’un uyarısıyla kitabın yazım tarzının bir edebiyat oyunu olduğunu anlayıp yüzü kızarmış. (Bilen bilir, Suzan Defter’in bir sayfasında erkeğin günlüğü, karşı sayfasında ise kadının günlüğü bulunur. Kitap böyle akıp gider.)
Ben de ilk etapta Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor’u yanlış basılmış herhalde diye bırakmaya niyetlendim. Taa ki kitabın başında “Yazarın özgün dili bu eserde korunmuştur.” uyarısını görene dek. Biraz geç fark ettim, ama ettim.
Yazar, eserinde çok farklı bir dil kurmuş. Biraz delimsi diyebileceğimiz Yakup kendine özgü, bilinç akışı tekniğine uygun bir dille konuşuyor. Kitapta bazen üçüncü tekil şahıs anlayışa bazen de birinci tekil şahıs anlayışa geçildiği için metni anlamak gittikçe zorlaşıyor. Yazarın da bu konuda başarılı olduğunu söyleyemem.
Eserin içeriğini ise Yakup adlı sıradan bir devlet görevlisinin bir dağ halkına kralın mektubunu götürmesi oluşturuyor. Yakup bir süre sonra gittiği yerde tek iktidar olmak için girişimlerde bulunuyor. Arzuları gerçekleşmeyince de deliliği ön plana çıkmaya başlıyor. Devletin mazlum bir kuluyken zamanla halkı üzerinde bir despota dönüşüyor. Halkının terk etmesiyle de boşluğa düşüp yok oluyor.
Son zamanlarda böylesi zorlandığım kitaplardan biri Bin Hüzünlü Haz’dı. Bir anlık gaflete düşüp yoğun bir zamanımda okumuştum. Bu da ikinci kitap oldu. Başka okurların da kitabın ağırlığını bilip öyle okumaları faydalı olur. Özellikle sakin bir kafayla…