Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
Onsekiz, ondokuz, yirmi, yirmibeş... Yaşlarımızdır. Deli rüzgârların estiği dağlar.. Başlarımızdır. Bamsı Beyrekleriz... Bânû Çiçekler Düşlerimizdir. Şölenler eyleriz toylu, düğünlü Kıvrak omuzları bakır güğümlü, Sülün göğüsleri sıkı düğümlü Kırk ince belli kız eşlerimizdir. Anarız en eski Türk çağlarını Aşarız her gece Kaf dağlarını Tanrı Dağları'na konar, döneriz... Zümrüt-ü Ankalar kuşlarımızdır. Vakta ki, dil sustu: Namlu konuştu... Kurşunlara hedef döşlerimizdir. En yüce doruklar mezarlarımız, En sivri kayalar taşlarımızdır. Gayri Kızılırmak, Sakarya, Fırat... Su değil: kan ve göz yaşlarımızdır. Fedâ ettik en sevgili, al kınalı koçları Güneşin tez doğmasını istemekti suçları. Bıyıkları terlememiş genç irisi şehitler Neslimizin yedi gökte parıldayan burçları. Mayaları Oğuz Atam, Dedem Korkut mayası, Kırılmıştır son Peygamber duasıyla harçları. Düğünlerde, bayramlarda ellerinde elimiz, Yel estikçe alnımızda, yüzümüzde saçları. Yeşil ekin, körpe filiz, al tomurcuk güllerle Yedi rengin koyusundan bezeliydi taçları. Cepleri boş, hep yarı aç, giysileri yalın kat... Süleymanca duygularla dopdoluydu içleri. Gelişleri akıl almaz efsâneler gibiydi, Destanları kıskandırdı bu dünyadan göçleri Ruhlarını ihlâs ile devrettiler Allah'a Kapanırken bizde kaldı gözlerinin uçları. Şehid, gazi, cümle ecdâd, vatân, bayrak, din, devlet... Dâvacıdır kıyamette, alınmazsa öçleri. Koç yiğitler, cins atlara bütün binip gittiler. Heves dolu, ümit dolu, ülkü dolu hurçları. Karıştılar Üçler ile Yediler'e, Kırklar'a Ağıtlarda, destanlarda, romanlarda kaldılar. Zül saydılar el bağlayıp gerilerde durmayı "Onbin" gidip, "bir" dönmeyen tümenlerde kaldılar. Sineleri gök kurşunla doldurulan yiğitler.. Kanlarıyla tuğralanan fermanlarda kaldılar. Genç göğüsler "vatan" diye düşerlerken toprağa Şom ağızlar, hayretlerde, gümanlarda kaldılar. Can verenler cennet içre kanatlanıp uçtular... Sağ kalanlar, çakallarla ormanlarda kaldılar. Devşirilip çer-çöp, saman, hastalıklı tohumlar... Kalbur üstü nur tâneler harmanlarda kaldılar. Hergün mazlum bacalardan Arş'a doğru yükselen Kıvrım kıvrım alevlerde, dumanlarda kaldılar. Yelkenleri bölük-pörçük, süvârisiz gemiler... Hiç yolcusu bulunmayan limanlarda kaldılar. Rûhumuza Mâverâ'dan gizli sesler getiren Fırtınalar... "gönül" denen ummanlarda kaldılar. Mürüvvetli zamanlardan gelmişlerdi bu güne, Yadırganıp yine aynı zamanlarda kaldılar. Sakarya'nın kan fışkıran toprağından yoğrulup Unutulmuş pınarlardan doldurulan testiler... Azgın kuzey yellerinin ateşinde kavrulan Bağırlardan, dudaklardan susuzluğu kestiler. Her birinden bölük bölük yumaklanan bulutlar, Şol Ebabil kuşlarınca kanatlanıp, estiler... Haykırdılar... can bölünmez, et tırnaktan ayrılmaz!.. Bozkurt olup, çakalları inlerinde bastılar. En kudurgan namlulardan boşaltılan ölümü Döşleriyle göğüsleyip, başlarıyla süstüler. İtildiler, kakıldılar, dövüldüler, öldüler... Lâkin düşen bayrakları burçlarına astılar. Yaz yağmuru sağnaklardan Kırk ikindi gürleyip . Şom ağızlı baykuşların seslerini kıstılar. Ne dünyalık istediler, ne aferin umdular, Ne kavgadan vaz geçtiler, ne gücenip küstüler. . Vatan, millet, din ve devlet, alsancaklar hakkına Dar günlerin erkek arslan sesiydiler... sustular!   N.Yıldırım GENÇOSMANOĞLU
·
33 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.