Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

223 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Türkiye'nin Gogol'u, Mizahın BABA'sı Aziz Nesin
"Bizim kalemimizin yönünü, hayatımız çizmiştir ; ondan böyle acı, keskin, buruk, gözyaşlı ; hatta gülmecemiz bile..." Aziz Nesin'in Anıları(S.239) Sürgünün anıları, birkaç aydır kah Ulucami yakınından geçerken(bkz.Hafız Aziz anısı) göz kırpıyor, kah gecenin bir saatinde dar sokaklarda sessizce yürürken " Hülasa bu koskoca Bursa şehrinde Aziz yapayalnızdır." sözü zihnimde şimşekler yıldırımlar olup çakıyor, kah Aziz Nesin'in o battaniyeyi satamadan geri döndüğü gündeki buz gibi soğuk, ta o zamandan şu havaların ısındığı Nisan günlerine gelerek ciğerlerime işleyip bana yine yazmayı hatırlatıyor. Öyleyse vakit gelmiştir. Bu incelemeyi Aziz Babayı en az benim kadar seven yüce işsiz https://1000kitap.com/Nordavind'ya ithaf ediyorum. Rakın ve 'perensipli' leblebin, mezen bol olsun mirim. Mizahın en çok beslendiği meseleler çarpıklıklar, trajediler, ciddiye alınmamışlıklardır. Şimdilerde televizyonda izlediğimiz salt güldürü içeren absürd hareketlerin hiçbirinin 'mizah' ile yakından uzaktan alakasının olmaması da bu derin kaynaklardan beslenmiyor oluşundandır.(Çghb istisna tutulabilir). Mizah büyük kitlelere ulaşmanın en iyi yollarından biridir, ama bu kitleye ulaşıldığında onlara olan gönül borcu vardır her zaman, yalnız büyük yazarlar/komedyenlerin derinden hissettiği. Yıllardır uyuyanları davulla zurnayla uyandırır mizah, siyasi kokuşmuşlukların, yalanın, iki yüzlülüğün yakasını asırlardır bırakmaz. Ve şüpheniz olmasın bu ülkede mizah hakettiği yeri kesinlikle Aziz Nesin ile bulmuştur. Sabahattin Ali ile çıkardığı Markopaşa başta olmak üzere onca mecmua neden kapatılmıştır? Kitleler tatlı tatlı uyutulmalı ki yönetmek pek kolay olsun. Uyandıranlara da gözdağı vermeli ki mizahın dili fazla uzamasın. 'Gerçek' mizahın bizi olduğu kadar koyun güdücüleri de rahatsız eden, kendimizi sorgulamaya iten, görmek istemediklerimizi gözümüze sokan bir doğası var. Hele ki kara mizah, baştacıdır. Mehmet Nusret Nesin. Ya da bilindik adıyla Aziz Nesin, ben ona BABA hitabını uygun görüyorum. Bunu neden diyorum? Bizim kültürümüzde BABA bütün güçlüklere karşın hep dimdik durabilendir, atadır, teselli verendir. Acılara gülüp geçebilmesi, yeri geldiğinde olmayacak parayla bilmekaçkişilik ailesini açıkta bırakmaması beklenir. Müjdat Gezen son röportajlarının birinde "Dilimi kesseler işaret dili öğrenir yine eleştirimi yapar, söyleyeceğimi söylerim" demiştir, işte benim gözümde bu ülkede doğmuş en büyük aydın sıfatını hak eden Aziz Nesin bunu sonuna dek yapmaya cesaret eden boyu küçük, yüreği dağlar kadar büyük TEK adamdır. Tarih boyunca kralların/padişahların sarayında kimsenin söyleyemediği şeyleri soytarılar söylemiştir. Aziz Nesin bir soytarı değildi elbette; taşa tutulması da, asıl soytarının kendisi değil de ülkenin başındakiler olduğundandır. Gençken insanın kanı kaynıyor, dünyayı değiştirebileceğine, kararlılıkla yürüdüğünde bütün dünyanın ona yardım edeceğine inanıyor. Ama hayat engeller, patikalar, köprüden önceki son çıkışlarla dolu. Sonra bir göz açıp kapayıncaya kadar yaş 30 ve artık iş güç-aile derken bir gün aklına geliyor; Yahu ben ülkeyi değiştirecektim? Ondan külliyen umudu kesiyor tabi, sorumluluklarla çoktan zincirlenmiş olduğu yere. Sonra kendimi değiştireyim diyor en azından, onu da yapamıyor. Kökleşmiş artık alışkanlıklar. Farklı arayışlara giriyor bir süre sonra, hayatın insana sunamadıklarını sunan edebiyatın dergahına, sanatın yakıcı rüzgarına, belki de bir rakı masasına koyuyor yaşanmışlıklarını, şöyle bir içsorgu yapıyor. İşte bu kitapta bol bol içsorgu var. Yaşanmışlık kokan, hani 'o anlattığından çok daha fazlasını anlatan', seçme anılarla dolu kitaplardan biri bu. Anı türünde Mina Urgan'dan daha dinazor olduğunu söyleyebileceğim tek isim. Her sayfasında trajedi, her cümlesinde ipince işlenmiş Aziz Nesin mizahı var. Var da var ey okur! Bu ülke asırlardır dolandırıcıların ülkesi. Bu sesini çıkaramadığı meselelere o kadar canı sıkılıyor ki milletin, senelerdir birbirimizi yiyoruz. Birkaç tane namuslu adam kaldıysa onlar da ekmek parası için maskara olmak zorunda kalıyor eninde sonunda. Bu kitapta Aziz Nesin'in herkesin gülerek yaşadığı, "kimsenin umutlarından sürgün edilmediği bir dünya" özleminin izlerini de okuyacaksınız. Umutsuzluğa, karamsarlığa zihnimde yer açmak istemiyorum. Sonra Aziz Nesin başta olmak üzere bilumum değerli insanın diri diri yakılmaya çalışıldığı Sivas-madımak olayları zihnime üşüşüyor, Aselsanda öldürülen dahi mühendisleri düşünüyorum. Sırf global ölçekte düşündü, yanlışı parmakla gösterdi diye parmaklıklar ardına tıkılan gazeteciler, on yılda nasıl yandaş medyanın tüm haber kaynaklarını ele geçirdiği? gibi meseleler geliyor aklıma, biraz buhrana kapılıyorum. Umutla ahmaklık arasında ince bir çizgi var dostlar. Şöyle bir bakıyorum, çocuklarımız çok güzel. Hepsi pırıl pırıl zeki, yetenekli çocuklar. Peki ne oluyor da bunlar bir elden çıkmışçasına yavaş yavaş kişiliksizleştiriliyor, yok ediliyor? Aziz Nesin iyimser bir rakamla bu ülkenin yüzde altmışı aptaldır demişti o zamanın medyasında sansasyon yaratan bir tabirle. Bir ülke nasıl yok ediliyor? Sormak istediğim asıl soruyu anladınız sanırım: GÜZEL ÜLKEMİN İNSANI NASIL AHMAKLAŞTIRILIYOR? Kendi ülkemde de bilim yapılmasını isterdim, dünyayı değiştiren edebiyat şaheserleri bu ülkenin yaşanmışlığına doysun isterdim. Zamanında Türkiye'den af buyurun 'bir halt olmayacağını' anlayınca Amerikaya yerleşen Aziz Sancar'ın aldığı Nobel'in bizim için hiç anlamı yok, istediğimiz kadar sonradan sahip çıkma taklidi yapalım. Aynı şekilde yurtdışına bilim yapmaya giden sayısı yüzleri binleri belki on binleri aşan değerli insanlar neden kaçıyor/kaçmak zorunda bırakılıyor ülkemden? Böyle düşününce öldürülen mühendisler, önü kesilen gazeteciler, papaz eriğini imam eriğine çeviren ödüllere boğulan projeler anlam kazanıyor. Bu ülke hiçbir zaman demokrasi ülkesi olmadı ne yazık, şuanki siyasi figüranları da az çok biliyoruz, burada söylemeyeceğim, Silivri nisanda da epiy soğuk diyorlar. Bir zamanlar Aziz Baba sobayı yaktırmak için derme çatma otele verecek bir lirası olmadığından sokaklarda Bursanın soğuğunu iliklerine dek hissetmişti. Kitabı okurken siz de üşüyeceksiniz,ben düşündükçe bir titreme geliyor, ılık bahar gününde İÇİM üşüyor. Birkaç gün kör aç gezdikten sonra mecburiyetten iki altın dişini söktürüp onla geçinmeye çalışan bir adamdan bahsediyoruz burada! Var mı ötesi? YOK! Peki Aziz Nesin neden hapis ve de sürgüne gönderilmiştir? Değinmeden olmaz. Bir alıntı yapayım; "Yıl 1948... CHP iktidardadır. Sabahattin Ali ve Aziz Nesin, Markopaşa adlı bir siyasi mizah dergisi çıkarmaktadırlar. Aziz Nesin, Amerikan emperyalizmine karşı ‘Nereye Gidiyoruz’ adlı bir broşür hazırlar. Broşürün hazırlandığı öğrenilir; polis matbaayı basar; 11 bin broşüre el konulur.Aziz Nesin gözaltına alınır. Oysa broşürün sadece ön yüzü basılabilmiş arka yüzü daha tamamlanamamıştır bile. Aziz Nesin’i bizzat emniyet müdürü Ahmet Demir sorgular. Kara mizah olan sorgu şöyle gelişir: ‘’-Niçin yazdın bu broşürü? -Cumhuriyet gazetesinde “AMERİKA'NIN HUDUTLARI TÜRKİYE’DEN GEÇER” diye büyük bir haber başlığı vardı birinci sayfasında. Bu başlık ve haber bir Türk yazarı olarak milli haysiyetime dokundu. Onun için yazdım. -Peki, tartışalım bunu seninle, açıkla düşünceni. -Nasıl tartışabiliriz, eşit şartlar altında değiliz ki… beni sanık olarak buraya getirmişler. Karşımda tanımadığım birçok insan. Kalın duvarlı emniyet müdürlüğünde, tabancalı insanlar arasındayım… - Yani Rus köpeği mi olalım? -Önce köpek olmayalım. Köpek olduktan sonra ha Amerikan köpeği ha Rus köpeği… hangisi iyi beslerse onun köpeği olunur. -Götürün bunu!’’ Aziz Nesin’i götürürler. 24 yıl ceza istenir! 10 ay hapse ve Bursa’ya sürgüne çevrilir ceza. İşte bu kitapta geçmek bilmeyen 4 ay 10 günlük bu sürgünü okuruz. Sırf Amerikan "yardımını" (Amerika BİN söğüşlemeyeceği yere BİR basar mı hiç, tarihte görülmüş mü ey dostlar?) eleştirdiği için mahkum edilir. Eskiden hapis cezasına ilaveten bir de sürgün cezası var imiş. Bilhassa siyasi meselelerden hüküm giyenlerde. Ha unutmadan söyleyelim, peki Sabahattin Ali'ye ne oldu? Bilenleriniz vardır. Kendisi ölümün kol gezdiğini görünce Bulgaristan sınırından kaçmaya çalıştı. Ona rehberlik ettiğini sandığı 'üstlerden emir almış' bir milliyetçi tarafından kafasına sopayla vura, vura, vura öldürüldü. Muhtemelen yine kitap okuyordur o sırada. Ne hazin son. Kitaptaki ilk komiserin memura dediği gibi: "İyi ki fazla okumamışım, yoksa benim de başım belaya girerdi..." ??? Rusların Gogol'a sahip çıktığı kadar biz Aziz Nesin'e sahip çıksaydık şimdi dünya yerinden oynardı. Gogol'la kıyaslarım elbet. Hiciv mi? En taşlısından. Bürokratik sistem eleştirisi mi? En gaddarından. Mizah mı? En trajikomik en yüksek dozlusundan. Bir sürgünün anıları Aziz Nesin külliyatındaki en eşsiz kitaptır zannımca. Hani diğerleri daha az mükemmel olduğundan değil. Başka hangi kitap bir insanı hem ağlatır hem güldürür, hem çarpar hem süpürür? Muadili yoktur gözümde. Hafız Aziz anısını hepiniz bilirsiniz, Kerim Sadi'yi kitabı okuyanlar bilir, ama 4 ay 10 güne kaç yaşanmışlık sığar, işte onu yalnız tahmin edebiliriz. İncelemeyi çok yormadan, onun şiiriyle son vermeli. "ölüme değil, sonsuzluğa gidiyorum orada dinleneceğim gönlümce yaşarken hiç mi hiç dinlenemediğim kalemim yine elimde kağıtlarım da önümde son uykusunda düşecek başım sağlığımda hiç eğmediğim" Sen ki yaşadığın müddet hiçbir tirana boyun eğmedin, dinlenmeyi en çok da sen hakettin yüreği büyük adam! Sana borcumu biraz da olsa ödemenin rahatlığıyla, huzur içinde yat.
Bir Sürgünün Anıları
Bir Sürgünün AnılarıAziz Nesin · Nesin Yayınevi · 20171,279 okunma
··
381 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Bu yorum görüntülenemiyor
13 öğeden 11 ile 13 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.