NostalghiaNostalghia tanıştırdı beni Tarkovsky’le. Daha iyi tanımak istediğim için eserlerini aramaya giriştim. Eserleri derken, filmleri hiç hariç değil. Aynı zamanda kitaplar yazmış olması beni bu zamanın güçlü imkanları içinde biraz şanslı hissettirdi. İyi eserlerle tanışmış olmak şansımız, o eserleri yazan insanların ruhunun da en az eserleri kadar iyi, derin oluşunu görmek tarifsiz bir haz veriyor. Hiç değilse bana verdi demeliyim. 1970 ve 1986 yılları arasında yazdığı günlüklerin derlemesi olan “Zaman Zaman İçinde” Tarkovsky’nin içini döktüğü bir defterden daha fazlası. Yapılacaklar listesi, iş ajandası, eşine duyduğu sevgiyi “Laruşkam! Tatlı Andruşkam!” diye seslendiği eşini ve çocuğunu anlattığı duygu metinlerinden müteşekkil.
Doğrusu çok film kültürüm yoktur, az izlesem de kitaplardan olsa gerek derinlikleri, mesajları biraz kavrayabilirim. Kitaplardaki göndermeleri daha iyi anlarım esasında ama onu da yazabilecek kadar yetenekli değilim, anlatacak bir lisan bilemem. Hiçbir kelimenin bir diğerine müteşabih olacağına inanmadığımdan olsa gerek “nasıl olsa tam manasını veremeyecek, bu girişimler hep yarım, hep eksik…” diyerek girişiyorum her anlatma girişimime. Biriyle sohbet ediyor olsam bir masada, nasıl olsa anlamayacak der, üstünkörü anlatırım sanıyorum. Bu hep böyle olmuştur. Hislerini anlatabilen var mıdır? Tarkovsky izlerken hissettiklerimi nasıl anlatabilirim bilemiyorum. Bilemiyorum zira kalbim mütemadiyen kulbetti. Oldukça ağır ilerleyen Nostalghia ile sürekli bir devinimle seyreder buldum kendimi. Sonra seyretmekten sıyrıldım, izlemeye başladım bir bir. Domenico ile yolculuğa başladım, belki ondan evvel Andrei Gorthchakof ile. İsimler birer sembol olarak kaldı bu filmde. Ama bazı kelimelerin anlamı çok daha fazlaydı zannettiğimden. Örneğin Nostalghia; nostos ve algos kelimelerinden oluşuyor. Nostos, geçmişe dönme; algos, acı manasını barındırıyor. Nostalghia, geçmişe dönmenin acısı… Geçmişe duyulan özlemden çok daha başka. Klasik tanımların dışında, çok şiirsel çok hoş. Öte yandan Stalker filmini izlemeye koyuldum. Herkes tarafından oldukça beğenilen ve ısrarla bana da salık verilen bir filmdi. Stalker, heralde iz sürücüdür dedim, klasik bir İngilizce kelime bilgisiyle. Tarkovsky bunu kitabında şöyle açıklıyor; Stalker, ağır ağır yürümek manasına geliyor. Ağır ağır yürüyen iz sürücüyü izliyordum hakikaten, boş bakan, hakikatten uzak insanları seyrediyordum. Ancak Stalker’i seyretmekten ziyade izliyordum. İz, bir iz daha ve takip edilen birçok kırıntı vardı. Benim gibi Tarkovsky’i yeni izleyen çaylaklara sesleniyorum, filmlerinde gördüğünüz her ayrıntıyı lütfen metafor olarak algılamayın, yoksa ağır saçmalıyorsunuz. Ben öyle yapmıştım, oradan biliyorum. Örneğin, Stalker filminde görünen siyah köpek için “Kıtmir”e işarettir diyen bir Tarkovskysever tanımıştım, daha fazlasına henüz rastlamadım, belki Allah korudu. Peki, Stalker’daki siyah köpek neydi? Tarkovsky, bunu şöyle açıklıyor; “Kadraja girmişti, hoşuma gitti ve kalmasını istedim.” Hepsi, bu. Bana açıkçası biraz eğlenceli bir adam gibi de göründü bu cevabından ötürü. Öte yandan Stalker filmindeki Oda’da yerdeki baloncuklar kimyasal bir şeyle sağlanmıştır, hepsi bu işte. Filmlerde vermeye çalıştığı mesajlar neydi? İşte, olay burada başlıyor. Anlamadığımızdan ötürü olsa gerek, filmlerdeki ayrıntılara mana yüklüyoruz çaylak seyirciler olarak. Andrei Tarkovsky’nin Stalker filminin okuması için çok basit bir arama yapmıştım YouTube’da. Arama çubuğuna “Stalker, Andrei Tarkovsky” yazmıştım. Çıkan Stalker okuması beni biraz güldürmüştü. Muhakkak doğru temasları bulunsa da yanlı bir görüşle Tarkovsky anlamaya çalışmak Tarkovsky’i anlamak değil, kendi perspektifinde Stalker’ı anlamlandırmaktır. Tarkovsky’nin filmlerinde bir anlam arayışında, hakikat peşinde olduğunu görüyordum. Beni etkileyen yanı bu oldu, Zone yolculuğu bu yüzden kıymetliydi, Domenico’nun atın üzerindeki tiradı bu yüzden kıymetliydi. Hangi filmiydi hatırlayamıyorum, ancak bir filminde, kimi sahneleri siyah beyazken kimi yerleri de renkliydi. Bunu Tarkovsky’e sormuşlardı ve şöyle yanıtlamıştı Tarkovsky, “çünkü film bitmişti.” Altında bin türlü anlam aramaya koyulduğumuz, kendimizce metafor ilan ettiğimiz, asıl mesajı anlamayınca sığındığımız şeylerden kimisi bu. Zaten Tarkovsky, kitapta metafordan kaçındığını ifade ediyor. Sembolizmi benimseyip benimsemediğine dair de “Sembolizmi anlamamışken sembolizmi benimsememiştim zaten, şimdi anlıyorum ve tastamam karşısındayım” diyor. Puşkin de böyle yapmıştır, diye ekliyordu yamulmuyorsam.
Filmlerindeki gereksiz metafor arayışlarından sıyrıldığımıza göre, biraz Tarkovsky’nin kişiliğine değinmek istiyorum. Tarkovsky, bir arayış sürecinde kitabın başından sonuna değin. 1970 ve 1986 yılları arasındaki günlükleri olduğunu hesaba katınca –sadece bu kitapta yer alanları dahi ciddiye alsam- çok uzun bir süre olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Tabii, neye göre, kime göre soruları hemen zuhur ediyor bu noktada. Elbette, bana göre. 16 senenin ciddi bir süre olduğuna inanıyorum. Kitabın ilk sayfalarında Tarkovsky’nin inanmadığını düşünmüştüm, çok geçmeden bir inanca sahip olduğuna kanaat getirdim. Bu daha ziyade bir Hristiyan inancına benziyordu. Kitabın sonlarına yaklaşınca bir agnostik olduğunu ilan ettiğini okudum. Mustafa Kutlu, Nur kitabının son satırlarına - Beyazıdı Bistami'den iktibasla- şöyle akıtmıştı mürekkebini “Aramakla bulunmaz, ancak bulanlar yalnız arayanlardır.” Kim bilir, belki de bulmuştur.
Tarkovsky, bana çok sade samimiyete hasret bir insan gibi gözüktü. Samimiyete özlem duyan değil, samimiyete karşı hasret çeken biri gibi. Acılı bir istek gibi. Kitabında, çalışma esnasında insanların onun filmi hakkında ettiği iltifatların birçoğunu çiğ bulduğunu, gerçek fikri olmadığını beyan etmişti. Hakkında samimiyetle yazılan övgüler için de utandığını ve bunları bu sebeple deftere kaydetmediğini de. Akıllı ve samimiyet içeren her tavra kucak açmış bir vaziyette. Eşini çok ama çok seviyor keza oğlunu da… Çalışma esnasında eşi Larissa ile geçinmeyenlere karşı bir hoşnutsuzluk besliyor, bir zaman sonra hangi filmi hatırlamıyorum ancak, film çekme şartlarına “Larissa ile geçinmek” maddesini eklemiş. Larissa onun sadece eşi değil, gerçek bir iş arkadaşı. Hem çekim esnasında her türlü asistanlığını üstlenirken iş ilişkilerini de düzenleyen biri Larissa yahut onun tabiriyle “Laruşka”
Tarkovsky, samimiyetle bizden biri gibi gözüktü. Sandalye bile alamayacak parası olmayan zamanları için ailesine karşı mahcubiyet duyan, inceliklere takılan biri. Sivri zekasıyla bizden ayrılıyor, sanatsal derinliğiyle de elbette. Çizdiği resim yer alıyordu kitapta örneğin, o resim dahi kendisi bizden ayıran bir unsur. Mobilya için borçlanan, ev tadilatı için taksit ödeyen, eve para gönderemediği için üzülen ve her şeyden önemlisi anlaşılamadığı için üzülen biri. Anlaşılamadığı için üzülen… Herkesin temel problemlerinden yalnızca biri bu, anlaşılamama derdi. Zaman zaman içinde anlaşılacağı zannına kapılsa da hemen durumun farkına varıp izahını kendisine dürüstçe yapmasını biliyor. Yaşadığı ülkenin politikaları sebebiyle özgürce çalışmalarını sunamamış biri, binbir gayretle film ücretini devletten talep eden, talep ettiğinin çok cüz’i bir kısmını elde edebilen biri kendisi. Şu sözü beni kitabın başından sonuna dek çok etkilemiştir. “Bu ne biçim bir ülkedir ki benim üzerimden para kazanmak istemiyor!”
Filmleri çeken benim, açıklayacak olanlar onu izleyenler, demişti Tarkovsky Ayna üzerine olan sohbetinde. Çok büyük anlamlar yüklemememiz gerektiğini de ifade ediyordu; bu da çaylak seyircilere bir not olsun. Zaman Zaman İçinde kitabını okurken aklıma sık sık şu Amentü şiirinin girişindeki dizileri geldi;
İnsan
eşref-i mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
(…)
Tarkovsky, sözün içinde bir sözü sıkıştırmış, oysa söyleyeceği ne çok şey, çekeceği ne çok film varmış! Thomass Mann’in Yusuf ve Kardeşleri’ni çekmek, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza, Budala gibi kitapları da –Karamazov, kompozisyonunu anlatımıyla bulmuştur bu sebeple onu filmleştirmek istemediğini söylüyordu- sinemalaştırmak istediğini anlatmıştı. Sadece çekmeyi istediği filmler dahi isim isim yazılsa sanırım iki sayfa alır, ancak konjonktür, ancak geçim sıkıntısı, ancak anlaşılamamak derdi yakasını bırakmamış.
Tarkovsky’i bir unicorn gibi hayal eden sevenlerine “insan” kimliğiyle selam eden Tarkosvky’nin bize söylediği çok kıymetli bir şey var;
“Yaşamlarımız hep yanlış. Bir bireyin topluma ihtiyacı yoktur, bireye ihtiyacı olan toplumdur. Toplum bir savunma mekanizması, bir çeşit oto korunmadır. Birey, sürüde yaşayan hayvan gibi değil, kendi yalnızlığında, doğaya, hayvanlara ve bitkilere yakın, onlarla ilişki halinde yaşamalı. Yaşamımızı değiştirmemeliyiz, onu yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini şimdi daha iyi ve net görüyorum. Buna farklı yaşayarak başlamalıyız. Fakat nasıl? İnanmak ve sevmek için kendimizi her şeyden önce özgür ve bağımsız hissetmeliyiz. Bu önemsiz dünyayı reddedip başka bir şey için yaşamalıyız. Fakat nasıl, nerede? İşte bu ilk yanılgı, ilk engel."