Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

163 syf.
8/10 puan verdi
Ah Maria... Ah Raif... Sadece bu sitede 62.000'den fazla kez okunmuş ve 3000'e yakın inceleme yapılmış bir kitaba ben neler yazabilirim diye pek de düşünmedim, oturup içimden neler geçiyorsa onları yazmaya karar verdim. Bu arada, onca şey yazmıştım buraya, onu tek tıkla kaybettiren sisteme de yazıklar olsun diyorum. Neyse, toparlayacağız artık. İçimizi dökeceğimiz için buralarda bol bol SPOILER olacak, haberiniz ola! Başlarken Yaşar Kemal ustanın şu sözünden bahsetmemek olmaz: İnsan bir kere birine geç kalır ve bir daha hiç kimse için acele etmez. Bu geç kalışlar kah hayatın hengamesi içerisinde, elimizde olmayan sebeplerden dolayı bizi etkiler, kah bizim kendi kararsızlıklarımız, beceriksizliklerimiz, tecrübesizliklerimiz bizi bir şeylere geç bırakır. Maria ve Raif'in hikayesi ise ne tam anlamıyla bir geç kalış ne de tam anlamıyla bir acele hali... Başlangıçta tanıştığımız Raif Efendi, naif, mazlum, "kafasına vur, ekmeğini elinden al" tarzında bir karaktere sahip biri. Böylesi kırılgan ruha sahip bir karakterin, kitabın da aşkı işlediğini bilerek, "femme fatale"nin birine kendini kaptırarak hayatını mahvedeceğini ve de böylesi bir şekilde, insanlara karşı kayıtsızlaşacağını düşünmüştüm. Lakin işin aslının pek de öyle olmadığına kanaat getirdim ilerledikçe. Raif Efendi, eğreti bir yaşama tutunmuş, yaşadığına kanaat getirerek ve toplumun dayattığı "yaşamak" tanımına neredeyse uygun bir düzen kurmuş kendine. Sevmediği biriyle evlenmiş, akabinde çocukları olmuş (Kim çıkarmış bu, çocuklara "aşkımın meyvesi" deme işini acaba? Bu çocuklar hangi aşkın meyvesi şimdi?) ve adına "akraba" denilen birçok yabancıyı evinde ağırlayıp doyurma yüküyle yüklenmiş biri. Silikliği taa çocukluğundan kalma. Ve bunu da hiçbir şekilde aşamamış. Etrafındaki hemen herkes tarafından yok sayılırken bir gün bir şey olur ve hayatına anlam katılır. Çocuklara "aşk meyvesi" demeyi her ne kadar her durumda kabul etmesem de, buradaki aşkla Raif tam anlamıyla hayatının anlamına erişiyor: Maria. Maria Puder başlarda bana, erkeklerle bir alıp veremediği olan, onlardan intikam alma hırsı içinde yanıp tutuşan, tam bir "femme fatale" örneği olarak yansıdı. Sürekli gelip otoportresine bakıp duran Raif'le çocukça eğlenişi, sonrasında ona karşı duyduğu merak ve onun farklı olduğunu idrak edişi, yine de yılların oluşturduğu o yumuşak karnın etrafına ördüğü duvarları yıkmakta tereddüt edişi, başlarda hak verilesi gelmedi bana. Hatta hani geç kalmak dedik ya, "onca yara aldıktan sonra bari kıymetini bilecek bu adama kıymet ver de ona bari geç kalma" diye bekleyip durdum bu kısımları okurken. Hem de ünlemli bir şekilde! (Bu arada, ünlem demişken, kitapta çok fazla sayıda gereksiz ünlem işareti kullanımı mevcuttu. Bu da bir süre sonra beni rahatsız etti.) Lakin her seferinde Raif bir ters tepme ile karşılaşıyor, içinde yanan alev, Maria'nın bir üfleyişi ile söndürülüyordu. Nasıl ki Raif'in ruh halini çocukluğuna bağladıysam, aynı şekilde Maria'nın ruh halini de yetişkinliğinde yaşadıklarının yanında, çocukluğunda hissettiği bazı eksikliklere de bağladım. Maria ile Raif'in ilişkileri bu minvalde sürüp giderken yılbaşı gelip çatıyor ve sonrasında benim de kitaba ve karakterlere bakışım tamamen değişiyordu. Yılbaşında aralarında geçenler, kendini sadece bedene ve bu bedene sahip olmaya indirgeyen erkeklere denk gelen Maria'nın, duvarlarının yıkıldığına ve Raif'in de ona aynı gözle bakacağına inanmasına sebep oluyor. Fakat hastalığında onu arayıp duran ve onsuz bir hayatın anlamsızlığını fark edip kendini öldürmeyi düşünen, bunu, onu bulduğunda kendisine aktaran Raif, Maria'yı aşka inandırıyor sonunda. Burada bir kez daha anladım ki, kadınlar zor sevip zor da vazgeçiyorlardı. Yine de kendisine karşı böylesine fedakar bir aşığı görmezden gelmekten vazgeçmişti ve sonunda aşkın güvenli kollarının kendisini sardığını hissetmişti Maria. Bu aşamaya gelinene kadar hep Raif'in yara aldığını ve Maria'nın da içten içe bu durumdan haz duyduğunu düşündüğüm bir ilişki okuduğumu varsaydım. Ta ki birlikte oluşlarının ertesinde vuku bulan olaylara kadar... Saadete geç de olsa kavuşan bu çifti, kaçınılmaz olan ayıracaktır: Ölüm... Babasının ölümüyle yurda dönmek durumunda kalan Raif, yine her zamanki gibi davranıp, yazgısını kendi dalgasından başka dalgaların sürüklemesine bırakıyor. Burada birkaç ihtimal var bana kalırsa. Zaten hiçbir bağlılık hissetmediği babasını ve ailesinin geri kalanını görmezden gelip telgrafı kaale almayabilir, hayatını Berlin'de, hayatının aşkıyla devam ettirmeye karar verebilirdi. Ya da yeis ile yola çıksa dahi, hayatını devam ettirmek adına işlerini hallettikten sonra Maria'ya geri dönmeyi düşünebilirdi. Ya da Maria'yı da yanına alarak yurda dönebilirdi. Frau Döppke bile, eşinin işleri dolayısıyla taa Bağdat'lara, Ankara'lara kadar gelebiliyorsa, Maria da onunla gelebilirdi elbet. Hatta ona "çağırırsan gelirim" diye de demişti. Çünkü artık onun aşkına inanıyordu. Fakat Raif yaptığı seçimle beni üzdü ve bu raddeden sonra Maria'nın, geç gelen bu aşka dair fedakarlıklarını, yüce gönüllülüklerini hüzünle okudum. Yurda döndükten sonra kendisini de çağıracağını söyleyen Raif'e, onca aşkına rağmen Maria gerçekten de inandı mı yoksa inanmasa da aşkını içine gömerek Raif'ten uzaklaştı mı bilinmez. Yine de Raif'in gideceğini anladıktan sonra evvelce kendi ayrılmak istiyor, aşklarının sahnesi olan bu şehirden. Çünkü onu yaralayacağını biliyor ilk başlarda bu sahnenin. Raif ise yurda dönüyor, başına gelenleri fark ediyor belki ama yine hiçbir şey yapmaya niyetlenmiyor. Hakkını savunmuyor. Bir süre cevap aldığı fakat sonrasında, alıcısına ulaşmadığı için geri dönen mektupların da etkisiyle başka bir hayata yelken açıyor. Maria'ya ne olduğunu, hiçbir şey yapmadan ve sadece merak duyarak merak ediyorken kader bir cilve yapıyor ve Maria'nın akıbetinden haberdar ediyor onu. Maria ölmüş, fakat başkaca bir hayata da yelken açmış olabilirdi. Her ne olursa olsun Raif, mizacındaki o eziklikle ne olursa olsun sineye çekecekti. Burası kesin. Bu haline kızarken, öyle bir şey daha oluyor ki Raif'e bırakın kızmayı, kendisinden resmen nefret ediyorum. Maria ile ilişkilerinden bir çocuğu olduğunu öğreniyor Frau Döppke'den. Ve ne tesadüftür ki Frau Döppke'nin yanında Ankara'ya gelen de, kızının ta kendisidir. Bu bile kayıtsızlığından ve kaderine yenik görüntüsünden ödün vermesine neden olamıyor. Sanki bir yabancıymış gibi davranıyor kızına, sonrasında da onunla olmak adına hiçbir şey yapmıyor. Burada, her ne kadar kızın annesiz ve babasız bir hayatın zorlukları ile mücadele etmek durumunda kalacağının bilincinde olsam da, böylesi bir babasının olduğunu bilmemesini de içten içe olumlu varsaydım. Varlığından haberdar olduğu çocuklarına ne faydası dokunmuştu ki, varlığından sonradan haberi olduğu çocuğuna bir faydası dokunacaktı Raif'in?.. Defterinde yazanların sonlarına doğru, "On seneden beri belki boşuna yere herkesten kaçmışım, insanlara inanmamakta haksızlık etmişim." ile başlayan kısımda bir aydınlanma yaşadığını düşündüm Raif'in. Yine de geç gelen bu aydınlanmanın pek de bir faydası dokunmadı hayatına. Hayatın bir vazgeçiş değil, bir arayış ile mümkün olduğuna ikna olmuş bir şekilde ve yaptığı hataların farkında olarak terk etti bu dünyayı Raif.
Kürk Mantolu Madonna
Kürk Mantolu MadonnaSabahattin Ali · Yapı Kredi Yayınları · 2021313,9bin okunma
··
34 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.