Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

228 syf.
7/10 puan verdi
·
Beğendi
Efelikten Efendiliğe Geçiş
Etem Oruç Kuşadası’nda tanışma fırsatı bulduğum, efeleri anlatan kitaplarıyla tanınan, Ege Bölgesi’nin her toprağını karış karış dolaşmış, tam bir Egeli diyebileceğimiz, neşeli, sevecen, hoşsohbet bir isim. İlk okuduğum kitabı Umur Bey’den Atatürk’e Efelik ismini taşıyor. Geçen sene Kuşadası’nda kurulan kitap fuarına geldiğinde hem tanıştım hem de imzalı iki kitabını aldım. Diğer kitabının adı Ege’de Börklüce ve Bedreddin. Bu kitabı da yakın bir zamanda okuyacağım. Yazar, Berfin Yayınları tarafından Nisan 2018’de basılan ve 232 sayfadan oluşan Umur Bey’den Atatürk’e Efelik’te efelik geleneğini Umur Bey ile başlatıp Atatürk’e kadar ele almış. Efeliğin nasıl ve neden ortaya çıktığını, ne anlama geldiğini, giyiminden tutun da zeybek oyununa kadar bütün kültürel özelliklerini, neyin mücadelesi etrafında kurumsallaştığını yarı roman havasında yarı öğretici bir tarzda yansıtmış eserine. Ana konudan zaman zaman kopsa da verdiği bilgiler Ege kültürünü, insanını, yaşayışını, zihniyetini, duruşunu, inancını öğrenebilmek açısından gayet verimli. Ancak bütün Ege’nin aynı duygu ve düşünceleri paylaştığını söylemek mümkün değil elbette. Ama yine de yazarın bizzat kendisi gibi Ege yaşayışını hayatının merkezine almış, geleneklerini yaşatmaya çalışan insanların varlığını yok sayamayız. Bu insanlar aynı zamanda da Atatürkçülük orta paydasında buluşuyorlar. Ulusumuzu geri bırakan köhnemiş zihniyeti terk edip çağdaşlığa doğru yelken açmışlar. Söz gelimi siz hiç tiyatrosu olan bir köy gördünüz mü? Var desem inanır mısınız? Yazarımız gidip görmüş yerinde. Fotoğraf da çekmiş. Bademler adı verilen köyde tiyatro var. Köyün kadını, erkeği bu tiyatronun hem oyuncusu hem de seyircisi. Tiyatronun dışında oyuncak müzesi ve kütüphane bile var. Köy mü desem, üniversite mi desem bilemedim. Siz düşünün artık ne kadar çağdaş bir havayı soluduklarını. Değil çağın içinde, çağın ilerisinde bile yaşadıklarını söylemekle herhalde mübalağa etmiş sayılmayız. Efelik veya zeybeklik kurumunun ortaya çıkışını Umur Bey ile başlatıyor Etem Oruç. Peki, kimdir bu Umur Bey? Tarihte oynadığı rol nedir? Nasıl bir hükümdardır? Başarıları nelerdir? Gelin bu sorular etrafında Umur Bey’i tanımaya çalışalım. Bilindiği gibi Anadolu’nun kapıları Malazgirt zaferiyle Türklere açıldıktan sonra batıya doğru akın akın seferler düzenlenir. Türkler savaşçı bir toplum oldukları için kendilerine verilen topraklarla yetinmezler. Ta İzmir’e kadar giderek Bizanslılara karşı üstünlük gösterirler. Anadolu’nun çeşitli topraklarında Menteşeoğulları, Saruhanoğulları, Karasioğulları vb. birçok beylik kurulur. Bunlardan biri de Aydınoğulları Beyliği’dir. Aydınoğlu Mehmet Bey tarafından Aydın ve çevresinde kurulan beyliği yükselme dönemine ulaştıran kişi Umur Bey’dir. Mehmet Bey tarafından İzmir emiri olarak atanan Umur Bey Mehmet Bey’in oğludur. Umur Bey babası öldükten sonra beyliğin başına geçerek 1334-1348 yılları arasında hükümdarlık görevini üstlenir. Umur Bey’i tarihte meşhur kılan asıl unsur gerçekleştirdiği deniz seferleridir. Ege adaları, Yunanistan ve çevresine düzenlediği seferlerle haçlılara korku salmıştır. Sakız Adası’nı almıştır. Karadeniz seferine çıkıp Kili, Eflak gibi sahillere baskınlar yapmıştır. Rodos Şövalyeleri ile mücadeleye girmiştir. Bizans’taki saltanat mücadelelerinde kara orduları komutanı Kantakuzen’i desteklemiştir. Umur Bey 300 gemilik donanmasıyla denize kıyısı olan ülkelere nefesini enselerinde hissettirmiştir. Umur Bey’den ayrıca “gemileri karadan yürüten ilk Türk” olarak bahsedilir her ne kadar bu olay Bizans kaynaklarında bulunmasa da. Etem Oruç’un efeliği Umur Bey ile başlatması onun efeliği veya zeybekliği sınıflandırması ve kurumsallaştırmasından dolayıdır. Sadece kendisi değil, kardeşi Bademiye Emiri İbrahim Bahadır da efeliğin kök salması için çabalamıştır. Efeliğin özünü oluşturan sancaktar teşkilatıyla yelkenli gemilere alınacak kişiler belirlenir ve sancaktar adı verilen kişi kızanlar (efenin buyruğundaki askerler) ve zeybeklerle (kızanlardan sorumlu kol beyleri) beraber sefere çıkar. Bunlar mert, yiğit, korkusuz, sözünün eri ve doğrunun kılıcı olarak nam salmışlardır. Efelik ta o dönemden bugünlere kadar gelmiştir. Atatürk efeliği efendiliğe dönüştürerek (Ethem Oruç’un en beğendiğim sözüdür.) dağlara çıkıp haklarını arayan, zayıfları dağlardaki haramilerden koruyup kollayan efeliği sonlandırmıştır. Çünkü işgal güçleri defedilmiş, savaş yorgunu Türkiye zaferini ilan etmiş, yeni bir devlet kurulmuş, haksızlıklar ortadan kalkmıştır. En ünlü efelerden Yörük Ali Efe ile Demirci Mehmet Efe savaş meydanında değil de yatakta ölerek efeliğin son temsilcileri olmuşlardır. Günümüzde dağa çıkıp hakkını arayan efelere rastlamasak da zeybek oyunu bir folklor ögesi olarak, Umur Bey’i ölümsüzleştiren simgesel bir anma etkinliği olarak özellikle Aydın ve çevresinde varlığını sürdürmektedir. Peki, zeybek oyunu nasıl doğdu? Yazar bu konuda da bilgi edinmiş. İlahlar devri denilen ilk çağlarda ilahların başında şarap tanrısı Baküs (Dionysos) gelirmiş. Ege halkı eylül ayında herhangi bir gün Baküs şerefine törenler düzenlermiş. “Günlük işlerinde asmadan kollarını kaldırıp nasıl üzüm kesiyorlar, eğilip sepete koyuyorlar, fıçılarda nasıl çiğniyorlarsa bu törenlerde de aynı şekilde el, kol, bacak ve gövde hareketlerini yaparlar. İşte bu beden hareketlerinin zeybek oyununun doğuşunu gösterdiği söylenmektedir.” (s. 20) Her kitapta en az bir tane hata vardır. Önemli olan bu hataları en aza indirebilmektir. Bunun için yazarın kitabını yayınevinin düzgün, titiz bir son okumadan geçirmesi gerekir. Eğer bu yapılmazsa kitaptaki hata payı artar. Çünkü yazar kitabı büyük bir heyecanla hazırlarken “ne de olsa yayınevi son bir incelemeden geçirir” diyerek titiz davranmıyor olabilir. Okuduğum birçok kitap gibi bu kitap da maalesef hatalarla dolu. Kitap yazıldığı gibi kalmış, kimse incelememiş, üstünden geçmemiş. Örneğin 158. sayfada tırnak işaretinin sonu var ama başladığı yer belli değil. 161. sayfada eksik bir cümle var. 169 ile 172’de aynı cümleler var. Yönder sözcüğü sıkça kullanılmış. Belli ki bilinçli bir tercihten kaynaklanıyor. Pek aşina olmadığımız bir sözcük. Önder demek varken “yönder” kulağa pek hoş gelmiyor açıkçası. 177. sayfada Şems-i Tebrizi’nin öldürülmesinden Mevlana’nın Ahi Evran’ı sorumlu tuttuğu ve onu öldürttüğünden söz ediliyor. Şems-i Tebrizi’yi tam olarak kimin öldürdüğü bilinmediği gibi Mevlana’nın Ahi Evran’ı öldürtüp öldürtmediği de tam olarak bilinmiyor. Bu, sadece bir varsayım. Ayrıca çok güçlü bir varsayım da değil. Bir de bu olay anlatılırken mantık hatası yapılmış. Cümlede “Mevlana Nurettin Caca’yı öldürtür” diyor, bu olaydan sonra da Nurettin Caca’nın Hacı Bektaş’tan yüz çevirdiğinden söz ediliyor. Öldürülen adam nasıl oluyor da başka birinden yüz çevirebiliyor? Hortlayıp yeryüzünde mi dolaşmaya başlıyor yoksa? 180. sayfada hem Hayyam’ın cahillere kulak asmadığından bahsediliyor hem de küçük insanların dedikodusunun onu rahatsız ettiğinden. Eğer gerçekten kulak asmıyorsa onu rahatsız etmemesi gerekir, öyle değil mi? Kitapta daldan dala atlamış Oruç. Bu yüzden konu bütünlüğünden eser yok. Artemis Tapınağı ile Kral Mezarı’nın nerede olduğundan, Hallac-ı Mansur’un niçin “Enel Hak!” dediğinden, Danimarkalı Thomsen’ın Orhun yazıtlarını okumayı nasıl başardığından, Osmanlı Devleti’nin Alevileri niye sevmediğinden vb. birçok konudan kısa kısa bilgiler aktarmış okurlarına. Tabiri caizse ortaya karışık bir yemek hazırlamış. Biz de o yemekten -tuzu biraz fazla olsa da- nasiplendik efendim.
Efelik
EfelikEtem Oruç · Berfin Yayınları · 20184 okunma
·
52 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.